Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

ZORUNLU BORÇLAR 

Devlet egemenlik hakkına dayanarak zorunlu borçlanma (cebri istikraz) yoluyla gelir elde edebilmektedir. Devletin borçlanması zorunlu olduğunda vergiye benzemektedir. Ancak vergi karşılıksız iken; borç faizi ile birlikte belli bir süre sonra geri ödenmektedir.

Klasik iktisatçılara göre borçlanma vergi gibi olağan ve sağlıklı bir finansman yöntemi değil; olağanüstü dönemlerde başvurulması gereken olağanüstü bir kamu gelindir. Modern ekonomistler ise borçlanmayı tabii ve olağan bir kamu geliri olarak kabul etmektedirler. Devletin borçlanması konusunda klasik iktisatçılarla modern iktisatçılar arasındaki görüş farklılığı, zaman içinde toplumsal ihtiyaçların ve devletin mahiyet ve fonksiyonlarının değişmesi ve bu çerçevede yeni varsayımlarla yeni ekonomik teorilerin geliştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Her şeyden evvel, mikro ve makro ekonomik dengeler ve konjonktürel dalgalanmalar konusuna iki grubun bakışı farklıdır. Klasik iktisatçılar mikro ve makro seviyede ekonomiyi devamlı ve zorunlu olarak dengede kabul ederken; modern iktisatçılar ve bilhassa Keynes, aksak rekabet ve diğer bazı ekonomik büyüklükler nedeniyle bir ekonominin üç denge halinden biri içinde bulunabileceğini; bunların, (1) Eksik istihdam, (2) Aşırı istihdam ve (3) Tam istihdam denge halleri olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu denge hallerinden tam istihdam, arzu edilen kararlı dengeyi ifade etmektedir. Bütün ülkeler ekonominin içinde bulunduğu konjonktüre göre ekonomilerini tam istihdam denge halinde tutmaya çalışırlar. İşte burada devlete önemli görevler düşmektedir.

Yeni yaklaşım içinde devletin istikrar ile ilgili görevi yanında kalkınma, gelir dağılımı ve kaynak kullanımı ile ilgili görevleri de vardır. Bu amaç veya görevlerden özellikle kalkınma ve sosyal refahı temin görevi, devletlerin yeni ve güvenilir kaynaklar bulmalarını zorunlu kılmıştır. İşte bu noktada özellikle gelişme yolunda olan ülkelerde devlet, bilim ve teknoloji yarışı içinde ayrı gerçeklerle önemli miktarlarda iç ve dışı borçlanmaya müracaat zorunda kalmıştır. Bu temel gerekçe ile haklılık ve önem kazanan borçlanma zaman içinde hızlı bir artış temposu göstererek vergi kadar önem kazanmış ve fakat aynı zaman kamu açıklarının ve ekonomik krizlerin başlıca sebebi haline de gelmiştir.

Devletin iç borçlanması, kendi vatandaşından ve egemenlik hakkına dayanarak yaptığı borçlanmadır. Devlet topluma haklı gerekçeler gösterebildiği, onu fedakarlığa razı edebildiği ve çeşitli bakımlardan borçlanmayı cazip kılabildiği ölçüde arzu ettiği seviyede bir borçlanmayı gerçekleştirebilir. Ancak zaman için alınan borcun yerinde kullanılması, borcun zamanında ve faizi ile birlikte aksatılmadan geri ödenmesi gibi şartlar gerçekleştiği takdirde borç bir gelir kaynağı olarak devam edebilir. Esas itibariyle borç, "ertelenmiş vergi"dir. Yani devletin çeşitli amaçlar için bugün temsil edemediği vergi geliri yerine borç ikame edilmekte; ancak alınan borcun belirli bir süre sonra vergi ile ödenmesi vaadi verilmektedir. Bu şart gerçekleşmediği takdirde borç önemli bir sorun haline gelmektedir Gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsi için 1950'lerde başlayan borçlanma 1970'lerde ciddi bir krizin ve kronik açıkların temel sebebi haline gelmiştir. 

Çağdaş bilim ve teknolojiyi yakalama ve bilim ve teknoloji üretir hale gelerek gelişmiş ülkelerle rekabet edebilme imkanı ve zarureti, gelişmekte olan ülkeleri dış borçlanmaya mecbur etmiştir. İç borçlanmada devlet egemenlik hakkını ve otoritesini kullanma imkanına sahip olduğu halde, dış borçlanmadan bu imkan yoktur. Dış borçlanma, borç alacak devletin ekonomik, sosyal ve siyasi istikrarına, güvenliğine ve performansına bağlı olarak gerçekleşmektedir. Gelişmekte olan ülkeler yukarıda belirtilen gerçeklerle 1950'lerden itibaren her türlü imkandan yararlanmak suretiyle dış   borçlanmaya  gitmişlerdir.   Ancak  iç   borçlanmada   olduğu  gibi   dış borçlanmada da bu ülkeler belirli bir süre sonra önemli amaçlara ve dış borç krizine girmişlerdir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri