Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

DEVLETİN GÖREVLERİ VE DEVLETİN BÜYÜMESİ

Devlet, toplumun büyümesi ve karmaşık bir yapıya erişmesinin sonucudur. İlk topluluklar, esas itibariyle birer akraba grubu niteliğindeydi. Akrabalık, örgüt­lenmede ve siyasal fonksiyonlarda topluluğun temelini meydana getirmekteydi. İbni Haldun bu olguyu "asabiyet" olarak kavramlaştırır. 

İlk toplulukların yapısında, akrabalık bağlarının yanında, bütünleştirici unsur olarak dinin de önemli bir yeri vardı. Askeri fetihler de, küçük toplulukların büyük topluluklara dönüşmesinde etkili rol oynadılar. Ekonomik ve dini ilişki­lerle sağlanan bütünleşmeler, toplumların büyümesine ve siyasi otoritenin oluşmasına katkıda bulundu. 

Batı toplumlarının siyasi gelişme süreci çatışmacı bir nitelik göstermiştir. Bu süreç, site devletleri, site devletlerine dayanan imparatorluklar, feodal devletler minkâr bir şekilde çözülemediği için, devletin müdahalesi zorunlu hale gelmiştir. 

Öte yandan sosyologlar, devletin faaliyetlerindeki artış ile sınaî bulguların hacmi arasında yakın bir ilişki olduğunu belirtirler. Bunun en tipik örneği, otomobilin icadıdır. Otomobil icat edildikten sonra, her ülkede çok çeşitli kurumlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Yolların yapımı ve bakımı ile ilgili merkezi düzeyde Karayolları gibi yatırımcı birimler kurulmuştur. Ayrıca, yollarda trafik düzenini sağlayacak polis teşkilatı oluşturulmuştur. Uçağın icat edilmesiyle de benzer örgütlenmeye gidilmiştir. 

2.    Ticari ve sınaî faaliyetler, toplum üzerine ek bir maliyet yüklemektedir. Firmalar üretimde kullandıkları kaynaklara ellerinden geldiği kadar az ödeme yapmak isterler. Bunu, maliyetleri en az düzeye indirmek için yapar­lar. Bir fabrikanın, havayı, suyu kirletmesi; çevreye koku ve gürültü yayma­sı, genellikle tazmin etmediği zararlardır. Firmaların sebep oldukları ve fa­kat çoğu kere tazmin etmediği zararlara dış maliyet ya da "sosyal maliyet" denilmektedir. Piyasada sosyal maliyetlere sebep olan faaliyetleri düzenle­mek ya da engellemek devletin görevidir. Bunun gibi içki, sigara ve uyuştu­rucu vb. maddelerin tüketiminde ortaya çıkan olumsuz dışsallıkların gide­rilmesi de devletlerin en önemli görevleri arasına girmiştir. Bu maddelere karşı uyarıcı nitelikte broşür, film, bildiri, afiş ve benzeri çalışmalarda ön­cülüğü devlet yapmaktadır. 

3.    Büyümeyi sağlayan üçüncü faktör, devletin ekonomiyi kontrol etmek iste­mesidir. Devletin ekonomiyi makro düzeyde kontrol etmek istemesi, eko­nominin işleyişinde hayati önem taşıyan anahtar endüstrilere sahip olmayı gerektirmiştir. Devlet bu anahtar endüstrilerde uygulayacağı yatırım ve fi­yat politikalarıyla, ekonominin bütününü etkilemeyi amaçlamaktadır. Piya­sa üzerindeki devlet denetiminin bir amacı da tekellerle mücadeledir. Çün­kü piyasada monopolleşen özel firmalar, tüketiciler aleyhine işleyen bir ekonomik model oluşturabilirler. Devlet, monopolleşmeyi kontrol etmek için piyasaya rakip olarak girmiş ve bu amaçla iktisadi ve ticari işletmeler kurmuştur. Ne var ki devlet, piyasada özel tekellere mani olayım derken, kamu tekellerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

4.    Devletin ekonomik hayata girmesinin bir sebebi de siyasidir. Devlet bazı ekonomik kuruluşlara sahip olmakla toplum üzerindeki siyasi gücünü ar­tırmak ister. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik araçlar siyasi otoritenin gücünü artırmak amacıyla kullanılmaktadır. Yeni bağımsızlığına kavuşmuş ülkelerde iktisadi devlet teşekkülleri, milliyetçiliğin ve egemen­liğin bir sembolü olarak görülmekte ve teşvik edilmektedir. Bu iktisadi iş­letmeler yeni siyasi rejimle toplum arasında bütünleştirici bir köprü görevi yapmaktadır. Aynı zamanda bu işletmeler, devletin modernleşme ve kal­kınma politikalarının iktisadi alandaki modelleridir. Modernleşme politikası izleyen ülkeler, ister istemez merkeziyetçi ve devletçi olurlar. Çünkü mo­dernleşme, gelişmekte olan ülkelerde hep siyasi iktidarlardan halka doğru tek yönlü bir siyasi çizgi izlemektedir. Modernleşmenin toplumdaki içsel dinamikleri geliştirilmediği takdirde iktidarların bu alandaki görevi devam eder. Bu da devlet bürokrasisinin büyümesi sonucunu doğurur.

5.    Demografik yapıdaki değişiklikler de devletin büyümesine etki eder. Ülke­de genel nüfusun artması, kompozisyonunun değişmesi ve belirli yaş grup­larının ihtiyaçları devletin görevlerini artıran önemli bir faktördür. Gençle­rin eğitimi, çalışanların ve yaşlıların sosyal güvenliklerinin sağlanması, ar­tan nüfusa yeni iş imkânlarının temini gibi sorunların çözümü hep devletten beklenir. Çalışan nüfus içinde emeklilerin sayısı arttıkça ve emekli ikrami­yeleri sosyal güvenlik kurumlarından karşılanamayıp genel devlet fonların­dan ödendiğinde, diğer faktörler sabit kalsa da devlet harcamalarında artış kaçınılmazdır. Bu nedenle gelişmiş ülkeler, sosyal güvenlik kurumlarının kaynaklarını zayıflatmamak için, emeklilik yaşını altmışın üzerine çıkar­mışlardır. Erken emeklilik, devlet harcamalarını arttıran bir faktör olarak görülmektedir. 

6.    Kentleşme de, kamu hizmetleri için yeni talepler meydana getirir. Kentleş­me oranı arttıkça sorunların çeşidinde ve miktarında da bir büyüme ortaya çıkar. Örneğin, suç oranları artar. Bu nedenle daha çok polise ihtiyaç hisse­dilir. Ayrıca potansiyel ve fiili tehlikelere karşı toplumu korumak için, hava ve su kirliliğinin, gıda maddelerinin, otel, lokanta ve kahvehane gibi kamu­ya açık yerlerin denetimi, gürültünün azaltılması, konut, ulaşım, imar ve altyapı ile ilgili çalışmalar, devlet için yeni hizmet alanları olur. 

7.    Kişi başına düşen gelirin artması, devlet harcamalarının büyümesi sonucu­nu doğurabilir. Eğitim, kültür ve rekreasyon hizmetlerinde daha lüks yatı­rımlara yönelik talepler gelişir. Çoğu kere kişisel gelir, hizmetin kalitesini iyileştirmede bir baskı unsurudur. Bu tür alanlara daha çok kamu fonları ak­tarılır. Bu durum, daha ziyade gelişmiş ülkelerde kendini gösterir. 

8.    Gelişmiş ülkelerde, gelirin yeniden bölüştürülmesi politikası çerçevesinde, eğitim, sağlık, konut ve refaha daha çok kaynak aktarılır. Bu sosyal politi­kalar, devletin büyümesini ve kamu harcamalarının artmasını sağlamıştır. İşsizlik yardımı, çocuklar için parasız sağlık hizmetleri, özürlülere okullar­da ayrı sınıflar ve kurs programlan, anne adaylarına beslenme programları, sosyal kamu hizmetlerine örnek olarak gösterilebilir. Siyasi iktidarların bu kesimlere yönelik sosyal programları bir yönüyle, insani düşüncelere, diğer yönüyle de oy hesaplarına dayanmaktadır. Çünkü bu kesim, toplumda önemli bir seçmen grubunu oluşturur. 

9.    Bazı ülkelerde televizyon, tiyatro ve diğer sanat etkinliklerinde iyi bir stan­darda ulaşılması için, devletin bu alanlara yatırım yapması istenir. Çünkü özerk bir karar merkezi niteliği kazanmıştır. Teknokrat, bu yeni uzman tipinin bir kavramıdır. Teknokrasi olgusu, yalnız devletin büyümesinin değil, aynı zamanda bilim, teknik ve ekonomideki gelişmenin de bir sonucudur.

Devletin büyümesi, bürokratı" ki eşmeyi artırmıştır. Büyük yapılı örgütler, küçük­lere göre daha bürokratiktir. Kamu yönetimi ile halk arasındaki ilişkiler; form­lar, anketler ve müracaat kâğıtları gibi, içinde çok çeşitli alternatif soru ve bilgi­ler bulunan yazılı belgeler vasıtasıyla standart usullere bağlanmıştır. Standart haberleşme usulleri, modern bürokrasilerde halkın isteklerini ve eğilimlerini belirlemede önemli araçlardır. 

Bürokratikleşme, idari örgütlerin büyümesi ve teknik nitelik kazanması, birey­lerin yönetsel ve siyasal karar alma sürecine doğrudan katılmasını imkânsız hale getirmiştir. Günümüz toplumlarında yönetim ilişkileri, siyasi partiler, siya­setçiler ve sivil örgütler aracılığı ile yürütülmektedir. Dernek, vakıf, sendika, kooperatif ve benzeri sivil toplum örgütleri, kamu yönetimi ile toplum arasında "aracı kurumlar" niteliğinde işlev görmektedir. Bu örgütlerin kamu yönetimi ile ilişkileri giderek gelişmektedir.

Kamu hizmetlerinde verimsizlik, harcamaların artması ve enflasyon gibi olum­suzluklar, devletin büyümesinin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Büyü­yen kamu Örgütlerinin denetimi de güçleşmektedir. Denetim için oluşturulan birimler, kendi içinde ayrı bir bürokrasi meydana getirmektedir.

Devletin ekonomik alandaki rolü,, "müdahalecilik" ve "serbestlik" (laissez-faire) arasında gidip gelmektedir. Ancak 1980'den sonra, liberal düşünce Önem kazanmış, bütün ülkelerde piyasa ekonomisine doğru güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu eğilimin temel politikası "özelleştirme"dir. Özelleştirme, esas itibarıyla devleti küçültmeyi ve piyasa sistemini güçlendirmeyi amaçlamaktadır. 

Devletin büyümesine karşı, öteden beri en güçlü hareket "Liberalizm" ve onun bireye ve piyasaya yaptığı vurgu olmuştur. Günümüzde bu hareket, devlet ikti­darı karşısında bireylerin haklarını ve gücünü yeniden değerlendirmeye çalış­maktadır. Liberalizm, sınırlı bir yönetim anlayışını benimser. Erken dönem liberalizmin kilit isimlerinden John Locke'a (1632-1704) göre, yönetimin meş­ru rolü, "hayat, özgürlük ve mülkiyet" in korunmasıyla sınırlıdır. Yönetimin temel işlevi, kamu düzenini ve mülkiyeti korumak, dış güvenliği sağlamak ve sözleşmelere uymayı teminat altına almakla ilgili "minimal" işlevlerin ötesine geçmemektir. Bir yüzyıl sonra Thomas Jefferson (1743-1826), aynı anlayışı " en iyi yönetim, en az yönetimdir" deyişiyle formüle etmiştir. Liberallere göre piyasa, kendi kendini düzenleyen bir mekanizmadır. Piyasaya devlet müdahale etmemelidir, çünkü o, A. Smith'in (1723-1790) "görünmez el" olarak belirttiği mekanizmaya göre işlemektedir (Heywood, 2007: 34-65). Yeni Sağ politikalar adı altında devlet, başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere 1980'den sonra neoliberal bakış açısına göre yeniden yapılanmaktadır 

Devletin fonksiyonu arttıkça, birey, aile, gönüllü kuruluşlar ve ekonomik örgüt­ler gibi sosyal kontrol ve kamu tercihi ile ilgili alternatif kurumların gücü azal­maktadır. Buna karşılık, devletin gücü azaldıkça, bu boşluğu piyasa aktörleri ve sivil toplum kurumları doldurmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla böyle bir yapıda sivil toplum kurumları güçlenmektedir. 

1980'li yılların başından itibaren devletin küçültülmesine yönelik faaliyetlerde önemli bir gelişme yaşanmıştır. Bununla beraber, devlet ekonomik ve ticari alanları piyasa aktörlerine bırakırken, bu alanlarda düzenleyici ve denetleyici aktör olarak yeni fonksiyonlar üstlenmiş, "bağımsız idari otoriteler" olarak yeni kamu kurumlan ortaya çıkmış, bu alanda devlet büyümüştür. 

Teknolojik gelişmeler, kamu hizmetlerine ilişkin kararların alınmasında merke­ziyetçi eğilimleri kolaylaştırmıştır. Örneğin, telefon ve faks gibi haberleşme araçları, merkez ile çevre arasındaki iletişimi kolaylaştırdığı için, kararların merkezde alınması önemli bir sorun meydana getirmemektedir. Kamu yönetim­leri, zaman zaman merkeziyetçi, bazen de yerinden yönetime ağırlık veren bir görünüm sunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra giderek merkezileşen yönetim faaliyetleri, 1970'li yıllarda tekrar yerinden yönetime doğru bir değiş­me içine girmiştir. Bu değişim "desantralizasyon" (yerinden yönetimleştirme) kavramıyla ifade edilmektedir. Merkezi yönetim birimleri, makro düzeyde siya­sa ve karar üretme faaliyetleriyle daha çok ilgilenirken; yerel yönetimlerin ise mahalli nitelikteki hizmetlerde daha etkili rol oynamaya başladıkları görülmek­tedir. Çünkü merkezi yönetim, fazla büyümenin hizmetlerde meydana getirdiği olumsuzlukların farkına varmıştır. Bu nedenle işlevlerinin bir kısmını yerel yönetimlere devretmeyi yararlı görmektedir.

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri