|
DİN HİZMETLERİNİN FİNANSMANI SORUNU
Türkiye'de din hizmetlerinin genel bütçeden
finansmanı ve devlet tarafından sunumu, uygulamada
ciddi sosyo ekonomik ve siyasal sorunlar
yaratmaktadır. Dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde
din hizmetlerinin genellikle dinsel vakıflar
aracılığıyla sunulmasına karşın, ülkemizde devlet
tarafından sunumu, dinin kolayca politize olmasına
neden olmuştur. Böylece, bu yanlış finansman modeli
nedeniyle, laiklik ilkesini karşı olan siyasi
partiler endirek olarak desteklenmiş olmaktadır.
Gerçekten, laiklik ilkesinin din ve devlet
işlerinin birbirinden ayrı tutulması gerektiğini
öngörmesine karşın, Diyanet İşleri Başkanlığı genel
bütçeden finanse edilmektedir. Ancak, böyle bir
yapılanma nedeniyle, devletin tarafsızlığı ilkesi de
önemli ölçüde tehlikeye girmektedir. Kaldı ki,
mevcut uygulamanın sonuçlan da laiklik ilkesine
aykırı siyasal yapılanmalara! ve dinsel terör
örgütlerinin nasıl hızla geliştiğini de açıkça
göstermektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığının tek bir mezhebe hizmet
verecek biçimde örgütlenmesi ise, alevi, şii,
hıristiyan ve ateistlerin din hizmetlerinden
yararlanma yönünden dışlanmalarına neden olmaktadır.
Bilindiği gibi, genel bütçede yer alan kuruluşlar,
bütün vatandaşlar tarafından birlikte ve eşit bir
biçimde tüketilen kamusal mal ve hizmetler sunma
durumundadırlar. Örneğin, adalet, ulusal güvenlik
ve savunma hizmetlerinde olduğu gibi, bu tür
hizmetlerden yararlanma yönünden dışlama (exclusion)
ilkesi uygulanamaz. Çünkü, zorunlu olarak ödenilen
vergiler nedeniyle vatandaşların tamamı genel bütçe
hizmetlerinden eşit olarak yararlanmaları
gerekmektedir. Bu açıklamalarımız Diyanet İşleri
Başkanlığının genel hizmetler sunan kuruluşlar
arasında yer alamayacağını bilimsel açıdan
kanıtlamaktadır. Bu nedenle, gelişmiş ülkelerin hiç
birisinde Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir
kuruluş, merkezi hükümet yapısında yer
almamaktadır.
Din hizmetlerinin genel vergi gelirleriyle finanse
edilemeyeceğini de kamu ekonomisi ilkeleri yönünden
açıklayabiliriz. Bilindiği gibi, laiklik ilkesini
uygulayan ülkelerde, din kişi ile tanr arasında
kalması gereken bir ilişki olarak düşünüldüğünden,
tam kamusal mal (pure public goods) niteliği
taşımamaktadır. Ayrıca, devletin din hizmetlerini
genel bütçeden finanse ederek, tek bir mezhebi
empoze etmeye çalışması, din ve vicdan hürriyetine
de aykırı bulunmaktadır. Bu nedenle, gelişmiş
ülkelerden din hizmetleri vergilemenin fayda
ilkesine (benefit principle) göre finanse
edilmektedir. Böyle bir finansman modeline göre,
vatandaşlar ya dinsel kuruluşlara gönüllü ödemelerde
bulunurlar, ya da örneğin Almanya'da olduğu gibi,
ücret ve maaşlarından kesinti yapılmasını kabul
edenlerden toplanan vergiler ilgili kiliseye
verilir. Bu uygulamaya göre, maaş ve ücretinden din
hizmetlerinin finansmanı için kesinti yapılmasını
istemeyen kimselerden vergi alma olanağı yoktur.
Böylece, laiklik ilkesi her iki uygulamada da
gerçekleşmiş olmaktadır. İsveç'te ise, ateistler
mezarlarının bakım ve korunması amacıyla, bu işle
görevli kiliseye yardım yaparlar.
Ülkemizde ise, aynı hizmetten yararlanma durumunda
olmayanların, bu hizmetlerden yararlananları
finanse edecek biçimde, din hizmetlerinin
finansmanına katılma zorunda bırakılmaları durumu
ise, teoride mali sömürü (fiscal exploitation)
olarak açıklanmaktadır (10). Örnek olarak, laik
düzene inananların ya da diğer mezheplere bağlı
kimselerin ödedikleri vergilerle şeriat düzenini
getirmeye programlanmış, kurumları ve vakıfları
finanse etme zorunda bırakılmalarını
gösterebiliriz.
Türkiye'de din hizmetlerinin finansmanı amacıyla
genel bütçeden ayrılan ödenekler sadece Diyanet
İşleri Başkanlığı bütçesinde değil; kuran kursları
ve imam hatip liselerine Milli Eğitim Bakanlığından
yapılan harcamalar biçiminde de yer almaktadır.
Kaldı ki, Diyanet İşleri Başkanı tarafından da
açıklandığı gibi, 4 saatte bir cami yapılması,
camilerin altındaki dükkanların elektrik tüketimi
nedeniyle çoğu kez bedava ya da indirimli tarifeden
yararlanması biçimindeki sayısız savurganlıklar da
önemli boyutlara ulaşmaktadır. İmam Hatip
Liselerinin Eğitim Bakanlığı tarafından finansmanı
ise, kamusal savurganlıkları daha da
arttırmaktadır.
için ayrılan ödeneklerin tek başına, 5 bakanlık ve 1
müsteşarlığın toplam bütçe ödeneklerinden daha fazla
olduğu açıkça görülmektedir. 2006 yılı bütçesinden
Diyanete ayrılan pay 1 milyar dolara ulaşmış
bulunmaktadır. Ayrıca cami cemaatinden toplanan
bağışların ise, daha da fazla olduğu basında
tartışılmaktadır. Ne var ki söz konusu bağışların
nasıl kullanıldığına ilişkin denetimlerin etkin bir
biçimde yapılmamak tadır.
konsolide bütçe içerisinde tam kamusal mal
nitelikli olmayan bir yönetimin yer alması
nedeniyle, çeşitli mal ve hizmetler arasındaki
marjinal transformasyon ilişkisi de önemli ölçüde
bozulmaktadır. Yani, bir hizmet gereğinden fazla
üretildiğinden, ülke kalkınması için zorunlu olan
diğer hizmetler yetersiz miktarda üretilmektedir.
Şöyle ki, din işlerine 70 yıldan beri ayrılan
ödeneklerin toplamının, Türkiye'nin toplu
taşımacılık hizmetlerinin Avrupa ülkeleri düzeyinde
sunulabilmesi için, gerekli olan finansman
ihtiyacını fazlasıyla karşılayabilecek düzeyde
olduğunu söyleyebiliriz.
|