YERİNDEN YÖNETİM, İdarİ VE COĞRAFİ YERİNDEN YÖNETİM
İdari yerinden yönetim, yerel nitelikteki kamu
hizmetleriyle iktisadi, ticari, kültürel ve teknik
bazı fonksiyonların merkezi idarenin hiyerarşi
yapısı dışındaki kamu tüzel kişiliklerince
yürütülmesidir. Bu kamu tüzel kişileri, ya belli bir
coğrafi bölgede yaşayan halkı, ya da eğitim,
ticaret, sanayi, kültür gibi belirli bazı hizmetleri
(fonksiyonları) temsil ederler. Bu kurumlara,
federalizmde olduğu gibi anayasayla egemenliğe
ilişkin bir statü tanınmamıştır.
İdari Yerinden Yönetimin Özellikleri
İdari yerinden yönetim, bütün ülkelerde yaygın bir
şekilde uygulanmaktadır. Bununla güdülen amaç, aşın
merkeziyetçiliğin sakıncalarını ortadan kaldırmak,
halkın yönetime katılmasını sağlamak, yerel
ihtiyaçlarla mahalli hizmetler arasında denge
kurmak ve kamu hizmetlerindeki verimi ya da
etkinliği artırmaktır.
İdari yerinden yönetim ilkesiyle ortaya çıkan
kuruluşlar, özerk bir statüye sahiptir. Özerklik,
kendi kendine yeterlik ve yönetimde serbestlik
demektir. Yoksa özerklik bağımsızlık ve
dokunulmazlık değildir.
Merkezden yönetimde, hizmetten yararlananlar,
hizmete ilişkin konulardaki kararlara
katılamadıkları ve daha çok pasif bir durumda (edilgen)
oldukları halde, idari yerinden yönetimle aktif ve
katılmacı bir duruma geçmektedirler.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, en çok gelişen ve
büyüyen özerk statülü kamu kurumları, bugün en çok
eleştirilen ve devletin özelleştirmeye çalıştığı
organların başında gelmektedir. Özellikle iktisadi
sahada faaliyet gösteren kamu kurumlan, devlet
kapitalizmine neden olduğu, özel girişimciliği
baltaladığı ve dolayısıyla çalışma ve teşebbüs
özgürlüğünü sınırladığı gerekçesiyle yoğun şekilde
eleştirilmektedir.
Coğrafi Yerinden Yönetim
Coğrafî ya da mekân yerinden yönetim, idari bazı
görevlerin yürütülmesi yetkisinin, merkezi idareye
bağlı olmayan ve karar organları seçmenlerin
oylarıyla belirlenen bölge, il, belediye ve köy
gibi, faaliyetleri belirli bir coğrafi alanla
sınırlı olan yönetimlere verilmesi demektir. Coğrafi
yerinden yönetim, bir bölge, il, belediye ya da köy
halkının yerel nitelikteki ihtiyaçlarını, kendi
organları vasıtasıyla karşılamalarını
amaçlamaktadır. Mahalli idareler ya da yerel
yönetimler bu ilkenin bir sonucudur.
Coğrafi yerinden yönetimde, karar alma ve yürütme
sorumluluğu, organları yerel olarak demokratik
usullere göre seçilmiş, il, belediye ve köy gibi
mahalli idarelere verilmiştir. Bu sistemde yöre
halkına, mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak
için karar alma ve yürütme yetkisi tanınmaktadır.
Fonksiyonel yerinden yönetimde ise, belirli bir
işlev ya da fonksiyonları yürütecek bir örgüt
oluşturulmaktadır. Özerklik, hizmetle ilgili
kişilere ya da bölgeye değil, bizatihi (eğitim,
bilim, kültür gibi) fonksiyonun kendisine
verilmektedir. Bu sebeple, coğrafi yerinden yönetim
ilkesinin ortaya çıkardığı mahalli idareler, çok
yönlü görev ve fonksiyonlar yürüttükleri halde,
fonksiyonel yerinden yönetime göre örgütlenmiş
kuruluşların yaptıkları görevler ise sınırlı düzeyde
ve tek türdendir. Örneğin fonksiyonel yerinden
yönetim ilkesine göre ortaya çıkmış üniversitelerin
amacı eğitim ve araştırmadır. Oysa belediyelerin
görevi ise, kent düzeyinde mahalli müşterek
nitelikteki tüm hizmetlerdir.
Coğrafi yerinden yönetim, hemşehriler arasında
yardımlaşma ve birlik duygularının gelişmesine
katkı sağlamaktadır. Çünkü siyaset, başkalarıyla
işbirliği yapmayı, uzlaşmayı ve hoş görüyü
gerektirir. Yerinden yönetim, bu anlamda siyasi
barışın da önemli bir teminatıdır. Nitekim, iç
barışın yerleştiği ülkeler, aynı zamanda coğrafi
yerinden yönetim geleneğinin geliştiği toplumlardır.
Bununla beraber, aşın bir yerinden yönetim, ülkede
birlik ve bütünlüğün bozulması, bölgeler arasındaki
dengesizliğin artması riskini de taşır. Ayrıca, kamu
hizmetlerinin ülkenin her yerine eşit bir şekilde
sunulmasına da engel olabilir. Geliri iyi yerel
yönetimler, ihtiyaçlarını rahat bir şekilde
karşılarken, yetersiz gelir kaynaklarına sahip yerel
yönetimler ise temel hizmetlerini yürütmekte güçlük
çekebilirler.
Yerinden Yönetime Daha Az Önem Verilmesinin
Sebepleri
Her ülkede merkezi idare ile birlikte mahalli
idareler de bulunmaktadır. Ülkeler arasındaki fark,
bunlardan birine daha fazla ağırlık verilmesinden
kaynaklanmaktadır. Bazı ülkeler merkeziyetçi bir
idari düzeni benimserken, bazıları yerinden
yönetime ağırlık vermektedirler. Diğer bazıları da
merkezden yönetimle yerinden yönetim arasında
belirli bir denge kurmaktadırlar. Bu farklı
örgütlenme, ülkelerin, siyasi, kültürel, ekonomik
ve tarihi şartlarıyla ilgilidir.
Genelde bir ülkenin yerinden yönetime daha az önem
vermesi, şu sebeplere bağlanmaktadır.
Birincisi, mevcut rejim içinde yürütülmek istenilen
politikayı tehdit eden bir çekişme (conflict) ve
mücadele varsa, o zaman merkezi idare, mahalli
idarelere daha az önem verme eğilimine girer. Çünkü
mahalli idarelerin güçlenmesi halinde hâkim
politikanın olumsuz yönde etkileneceğinden ve yerel
otoritelerin kuvvetleneceğinden endişe edilir.
İkincisi, otoriter bir rejim, ülkedeki siyasi
örgütlere ve baskı gruplarına faaliyet izni
vermeden, halk kesimlerini iktidarın politikasını
desteklemek konusunda harekete geçirmek istiyorsa, o
takdirde yerinden yönetime daha az önem verecektir.
Klasik anlamda desantralizasyon, merkezi idareden
mahalli idarelere doğru yetki, görev ve kaynak
aktarımını ifade eder. Bu anlamda desantralizasyon,
merkezi idare-mahalli idare ilişkilerinde anahtar
bir kavramdır.
Modem anlamda desantralizasyon ise, merkezi idarenin
elindeki planlama, karar verme (decision making) ve
kamu gelirlerinin toplanması gibi, idari yetkilerin
bir kısmını, taşra kuruluşlarına, mahalli idarelere,
federe birimlere, yarı-özerk kamu kurumlarına,
meslek kuruluşlarına ve idarenin dışındaki gönüllü
örgütlere (dernek ve vakıf gibi) aktarılmasıdır.
Kısaca desantralizasyon, merkezi idarenin
küçültülmesi olgusudur.
Merkeziyetçi ve otoriter olarak nitelendirilen
siyasi sistemler bile, 1970'den itibaren yapılarını
ve fonksiyonlarını desantralizasyon düşüncesine göre
yeniden düzenlemeye başladılar. Gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde desantralizasyonun çeşitli
uygulama biçimleri söz konusudur. "Yetki genişliği"
(deconcentration) ve "özelleştirme" (privatization)
de desantralizasyon kavramı içinde
değerlendirilmektedir.
Siyasi sistem içinde önemli bir entegrasyon
(bütünleşme) sorunu yoksa, desantralizasyon
düşüncesinden yararlanılabilir. Desantralizasyon,
günümüzde, daha çok gelişmekte olan ülkelerin
sorunlarını çözmede yararlı bir metot olarak
görülmektedir. İdari kapasitenin yeterince
gelişmediği ülkelerde desantralizasyon, yetenekli
yöneticilerin ve başarılı bir iş idaresinin ortaya
çıkmasına zemin hazırlayacaktır.
Gelişmekte olan ülkeler, siyasi, iktisadi, idari ve
sosyal sebeplerden dolayı oldukça merkezilesmiştir.
Kamu hizmetlerinin büyük bir kısmı, bu ülkelerin
başkentlerinde planlanmakta ve oradan
yürütülmektedir. İdari ve mali alanda güçlü bir
merkeziyetçilik söz konusudur. Bu gelişme, merkezi
idarenin yükünü artırmış, aşın bürokratikleşme
getirmiş, kırtasiyeciliği yaygınlaştırmış, yerel
yöneticilerin teşebbüs gücünü kırmıştır. Merkezi
yönetim, zamanının büyük bir kısmını, taşradaki
yönetim birimlerinden gelen yazılara cevap
hazırlamak ve onlara talimat vermekle
geçirmektedir.
Desantralizasyonu gerektiren sebepler şöyle
özetlenebilir:
1. Merkezi idarenin, yürüttüğü fonksiyonların
giderek kompleks hale gelmesi ve iş yükünün
artması.
2. Hizmetlerde etkinliği sağlamak için, bilgi
toplama fonksiyonlarının ve karar alma
sorumluluğunun alt birimlere aktarılması (devri)
ihtiyacı.
3. Yerel özerkliği geliştirmek için yoğunlaşan
siyasi talepler.
4. Genel politikaların yerel şartlara ve
ihtiyaçlara uydurulması.
Bir ülkede desantralizasyonun düzeyini belirlemede
çeşitli kriterler bulunmaktadır (Smith, 19S0:
137-149). Bu kriterlerden birincisi, mahalli
idarelerin yürüttüğü fonksiyonların niteliği ve
hacmiyle ilgilidir. Ülkedeki temel fonksiyonların
ne kadarı merkezi idareye, ne kadarı da mahalli
idarelere bırakılmıştır? Eğitim gibi temel
fonksiyonların yürütülmesinde mahalli idarelerin
rolü nedir?
İkinci olarak, fonksiyonların kantitatif
özellikleri, bunlara yapılan harcamalarla ölçülür.
Bu nedenle, mahalli idarelerin yaptıkları
harcamaların, ülkedeki toplam kamu harcamaları
içindeki oranı, desantralizasyonu belirlemede önemli
bir kriterdir. Ancak bu hesaplama yapılırken,
dışişleri ve savuma konularında yapılan
harcamaların merkezi idare harcamaları toplamından
çıkarılması gerekir. Çünkü dışişleri ve savuma
konularının desantralize edilmesi mümkün değildir.
Bu hizmetler genel ve ortak nitelikte olduğu için
merkezi idare tarafından yürütülmesi zorunludur.
Üçüncü olarak, mahalli düzeyde alınan kararların ne
kadarı merkezi idarenin denetimine ya da onayına
tâbidir? Merkezi idarenin, mahalli idarelerin
kararlan üzerindeki denetimi (vesayeti), onaylama,
erteleme, iptal etme, izin verme, önceden izin alma
ve yerine geçerek karar alma biçiminde ortaya
çıkmaktadır. Bu denetim biçimlerinden iptal etme,
yerine geçerek karar alma ve faaliyete başlamadan
önce izin verme gibi yetkiler çok sık olarak
kullanılıyorsa, desantralizasyonun düzeyi düşüktür.
Öte yandan, mahalli idarelerin merkezi yönetimin
denetimine tâbi olmadan aldığı kararlar ne kadar
çoksa, sistem o denli desantralize olmuş demektir.
Dördüncü olarak, mahalli idare gelirlerinin, toplam
kamu gelirleri içindeki oranı da,
desantralizasyonun düzeyini ölçmede kullanılan
yöntemlerden biridir. Mahalli idare gelirlerinin
yüzde kaçı, kendi öz kaynaklarından, yüzde kaçı da
merkezi idare yardımlarından oluşmaktadır? Merkezi
idare yardımları, onun müdahalesini de beraberinde
getirmektedir. Mahalli idare gelirlerinin büyük bir
kısmı kendi öz kaynaklarından sağlanıyorsa, o
takdirde merkezin müdahalesine daha az muhatap
olunacaktır.
Nihayet, ülkedeki toplam kamu personelinin, merkezi
idare, taşra kuruluşları ve mahalli idareler
arasındaki dağılımı da, desantralizasyonun düzeyini
ölçmede kullanılmaktadır. Taşrada çalışan
personelin, ne kadarı merkezi yönetime, ne kadarı da
yerel yönetimlere aittir? Merkezi yönetim bünyesinde
çalışan personelin, başkent kuruluşlarıyla taşra
hizmet şubelerindeki sayısal dağılımı da
desantralizasyonun bir ölçüsüdür.
Desantralizasyonun düzeyini belirlemede bu kriterler
kullanılırken, emek yoğun sektörlerde çalışan
personelin sayısında bir miktar düzeltme yapmak
gerekir.
Bu kriterlerden, kamu harcamalarını ele aldığımızda,
gelişmiş ülkelerde merkezi idarenin payı düşük,
gelişmekte olan ülkelerde ise yüksek olduğu ortaya
çıkmaktadır. Toplam kamu harcamaları içinde merkezi
idarenin payı, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa,
Hollanda, Japonya ve İngiltere gibi ülkelerde %
20-50 arasında değişmektedir.
|