Kavramsal Olarak Kent ve Temel Özellikleri
Genel bir tanımlamayla kent; farklı
sosyal sınıflardan oluşan bir toplumun, yapay
çevreyi doğal çevreye egemen kıldığı bir ortamda ve
kentsel yaşam kurallarına uygun olarak yaşamlarını
sürdürdükleri bir yerleşme yeridir. Bu yerleşme
yerleri tarihin değişik dönemlerinde farklı sosyo-ekonomik
işlevleri üstlendiğinden, kent kavramı da bu
işlevsel değişime uygun olarak her dönemde farklı
bir içeriğe sahip olabilen dinamik bir nitelik
taşımaktadır. Bu dinamiklik yüzyılımızın en önemli
olgularından biri olan kentin tanımında tam bir
kavram birliğine ulaşılmasında bazı güçlükler ortaya
çıkmaktadır). Özellikle de bu güçlükler, belirli
bir ülke için somut ölçütlere dayanılarak yapılan
bir kent tanımının bir başka ülke için büyük
aykırılıklar göstermesine yol açmaktadır. Bu olgu
her dönem ve her ülke için geçerli, aynı zamanda
kent araştırmalarında kullanılabilecek ortak bir
kent tanımına ulaşılmasını zor hale getirmektedir.
Bu nedenle günümüz kentini kavramsal bir tanıma
oturtabilmek için öncelikle kent tanımına ilişkin
tarihsel gelişmenin ele alınması gerekmektedir.
Tarihsel Gelişim İçinde Kent Kavramı
Tarihsel gelişim içinde kentin kavramsal
içeriğindeki değişmeler incelendiğinde, ilk
dönemlerde uygarlık kavramının bu içeriğin
belirlenmesinde etken olduğu gözlenmektedir(8).
Nitekim kent ile aynı anlamda kullanılan "medine"
kelimesi, kentlerdeki ve kent dışı alanlardaki yaşam
biçimleriyle, ekonomik ve toplumsal yapı
farklılıklarını ortaya koymak üzere kullanılmıştır.
"Karye" ise Medine'nin
karşıtı olarak göçebe ve kırsal yaşamı
tanımlamaktadır. Bu bağlamda kent yaşamı organize
edilmiş bir sosyal hayatı (uygarlığı) içermektedir.
Böylece de kent uygar insanların yaşadığı bir
yerleşme birimi olmaktadır.
Kentin kavramsal değişimi batı toplumlarında çok
eskiye uzanmaktadır. Bu toplumlardaki hızlı sosyo-ekonomik
değişim kent kavramında da değişimlere yol açmıştır.
Önceleri kent ve medine kelimeleri ile yakın
anlamlarda kullanılan çite, polis kelimelerinin
yerini bugün city, urban, bourg, ville gibi
kelimeler almıştır. Kentlerin
kavramlaştırılmasındaki bu değişimler kuşkusuz
kentin kavramsal içeriğinin değişiminden
kaynaklanmaktadır.
Kente ilişkin değişik tanımlar incelendiğinde
bunlardan bazılarının kentin biçimbilimsel
(morfolojik) özelliklerini, bazılarının kentin
işlevsel özelliklerini bazılarının ise kentin hem
biçimbilimsel hem de işlevsel özelliklerini ele
aldığı görülmektedir(9) Biçimbilimsel
tanımlamalarda kentin büyüklüğü, sur ve kaleler ile
çevrili bir yer olması ve demografik özellikleri ön
plana çıkarılmıştır. İşlevsel özelliklere göre
yapılan tanımlarda ise, kentin zanaat, ticaret ve
sanayi, hukuk, değişim ve tüketim gibi işlevsel
özellikleri ele alınmıştır. Kentlerin hem
biçimbilimsel hem de işlevsel özelliklerini ele alan
karma nitelikli tanımlamaların da yapıldığı
görülmektedir.
Gelişen toplumlarda kır-kent arasındaki yaşam
biçimi, sosyoekonomik yapı ve yasal düzenlemeler
açısından farklılıklar azaldığından kenti kavramsal
bir tanıma oturtma çabalarından ziyade, kentsel
yaşamdaki işlevsel değişmeler ve bu değişimden
kaynaklanan sorunlar ele alınmaktadır. Böylece de
kentin tanımı büyük ölçüde işlevsel bir içerik
kazanmaktadır. Bu gelişmeye paralel olarak
Friedman kenti "yenilikçi merkezler" olarak ele
almaktadır. Ayrıca insanlar için "kentte yaşadığını
hissetmek" gibi bir kriterin kent tanımı için
yeterli olabileceği ileri sürülmektedir.
Kent Tanımında Kullanılan Ölçütler
Kent kavramındaki gelişmelerin incelenmesinden de
görüldüğü gibi, her dönem ve her ülke için geçerli
tek bir kent tanımına ulaşılması olanaksız
görünmektedir. Böylece de kent araştırmalarında,
kentlere ilişkin yönetsel ve yasal düzenlemelerde
kullanılmak üzere yapılan kent tanımları, genellikle
kenti belirleyen bazı ölçütlere göre yapılmaktadır.
Bu ölçütler kentin nüfus; yönetsel sınır ve yapı;
ekonomik ve sosyolojik belirleyici nitelikleri
olmaktadır.
Nüfus Ölçütüne Göre Kent Tanımı
Kentin tanımlanmasında dikkati çeken ilk ölçüt nüfus
büyüklüğüdür. Bu ölçüte göre yapılan
tanımlamalarda, nüfus büyüklüğü belirli bir düzeyi
aşan yerler kent kabul edilmektedir. Ancak bu
ölçütün kullanılmasındaki sorun, kent denilen
yerleşmelerdeki en küçük ve en büyük nüfus
miktarlarının, evrensel düzeyde ve objektif
kriterlere göre belirlenmesidir. En büyük kent
nüfusunun belirlenmesi için kullanılabilecek ve
evrensel olarak öne sürülebilecek ölçütler yetersiz
de olsa bulunabilmektedir. Ancak kentin en düşük
nüfus düzeyinin ne olması gerektiğini ortaya
koyabilecek ve evrensel düzeyde kullanılabilecek
ölçütler bulunmamaktadır. Bu nedenle de birçok ülke
kendi sosyo-ekonomik özelliklerine göre bu alt
sınırı belirlemektedir. Örneğin Danimarka'da 250
nüfuslu yerleşimlere kent denirken, Kore'de 40.000 i
aşan nüfuslu yerleşimlere kent adı verilmektedir.
Ülkemizde de kentlere ilişkin yönetimsel ve yasal
düzenlemelerin yanısıra, kentsel araştırmalardaki
kent tanımında da nüfus ölçütünün kullanıldığı
görülmektedir. 1924 tarih ve 442 sayılı Köy Yasası
nın
1. maddesinde kent tanımı için nüfus ölçütü
kullanılarak "nüfusu 2000'den aşağı yurtlara köy,
nüfusu 2000 ile 20.000 arasında olanlara kasaba ve
20.000 den çok nüfuslu olanlara da şehir denir"
hükmü getirilmiştir Benzer şekilde 1930 tarih ve
1580 sayılı Belediye Yasası nda nüfusu 2000'i aşan
yerlerde belediye kurulabileceği belirtilerek, kent
ve köy ayırımı yapılmıştır. Devlet Planlama
Teşkilatı ve akademik kuruluşların araştırma ve
çalışmalarında, genellikle nüfus ölçütünün
kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışmalarda
genellikle 10.000 nüfus büyüklüğü kent tanımı için
temel alınmaktadır.
2. Yönetsel Sınır ve Yapı Ölçütüne Göre Kent
Tanımı
Bu ölçüte göre kent, belirli bir yönetsel sınır
içinde kalan ve bu sınır içinde özel bir yönetimsel
yapıya sahip olan yerleşme yerleridir. Bu ölçütün
kullanımındaki sorun da evrensel düzeyde, kent için
yönetsel sınır ve yapılarının belirlenmesi
olmaktadır. Bu bağlamda da her ülke için farklı
büyüklük ve yapıda yönetim biçimleri ortaya
çıkabilmektedir. Ayrıca bu ölçüte göre yapılan kent
tanımı kullanıldığında, diğer kriterlere göre kent
niteliği taşımayan bazı yerleşmelerin de kent olarak
kabul edildiği görülebilmektedir. Örneğin ülkemizde
Devlet İstatistik Enstitüsü nün yayınlarında nüfus
büyüklüğü ne olursa olsun tüm il ve ilçe merkezleri
kent kabul edilmektedir. Bu ölçütün kullanımı
nüfusu çok az olan bir ilçe ile nüfusu bir milyonu
aşan bir kentin aynı kapsamda düşünülmesi nedeniyle
sakıncalar yaratmaktadır.
3. Ekonomik Nitelik Ölçütüne Göre Kent Tanımı
Bu ölçüte göre kent tanımında, kentlerdeki göreceli
olarak ağırlıklı olan ekonomik etkinlikler temel
alınmaktadır. Böylece de ekonomik nitelik ölçütünde
kır ve kent arasındaki işlevsel farklılık ortaya
konmaktadır. Her iki yerleşme biçimindeki işlevsel
farklılık, kır ve kentteki ekonomik etkinlik
türlerinin kendilerine özgü birleşimlerinden
kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi kırda etken
ekonomik etkinlik tarımsal üretimdir. Kentlerde ise
hakim olan ekonomik etkinlik sanayi üretimidir.
Ayrıca kentlerde sanayinin gelişmesine ve bu kesimin
istemlerine paralel bir biçimde toplama, dağıtma,
maliye ve yönetsel işlevlerde görülmektedir. Böylece
de kentlerde sanayi üretimin yanısıra, tarımsal
nitelikli olmayan (veya kentsel nitelikli) ticaret
ve hizmetlere ilişkin etkinliklerde yer almaktadır.
Bu olgu, kent-kır ayırımına ve bu bağlamda da kent
tanımında evrensel düzeyde ve objektif bir ölçütün
kullanımına olanak sağlamaktadır.
Ekonomik nitelik ölçütüne göre kent, "....pek az
kimsenin tarımsal uğraşılarda bulunduğu....
yerleşme birimi" olarak tanımlanabilip. Ancak kent
tanımında ekonomik niteliğin vurgulanması bir ön
koşul olmakla birlikte, yeterli olmamaktadır. Çünkü
kentin ekonomik niteliğinin yanısıra, bu nitelikten
kaynaklanan ve ayırd edici sosyolojik özellikleri de
bulunmaktadır. Bu nedenle tatmin edici bir kent
tanımında bu özelliklerin de yer alması
gerekmektedir.
4. Sosyolojik Ölçütlere Göre Kent Tanımı
Sosyolojik kent tanımlarında hareket noktasını köy
ve kent toplulukları arasındaki farklılıklar
oluşturmaktadır. Bazı yazarlara göre kentin anlamı
köyün tanımından çıkarılabilir. Köy "tarım temeli
üzerine oturtulmuş, cemaat hayatının, nispi bir
kapalılığın,
geleneksel dayanışma ve yaşam biçimlerinin
şekillendirildiği" bir topluluktur. Bu yaklaşımda
temel kavramlar cemaat ve cemiyet kavramlarıdır. Köy
cemaat tipi, kent ise cemiyet tipi bir topluluk
olmaktadır.
"Küçük veya büyük herhangi bir grubun üyeleri her
nerede, şu veya bu kişisel menfaati değil, fakat
müşterek hayatın ana şartlarını paylaşacak şekilde
bir arada yaşarsa..." bu topluluğa cemaat adı
verilmektedir. "Cemiyet ise, insan davranışını, hem
hürriyete kavuşturan, hem hudutlandıran, bir yandan
karşılıklı yardımlaşmalara imkan veren, diğer
taraftan gruplaşmalar ve bölünmelere yol açan,
değişen bir sosyal teşkilatlar ve münasebetler
ağıdır".
Cemiyet kavramına ilişkin tanım analiz edildiğinde
şu nitelikleri taşıdığı görülmektedir.
-Cemiyet bir sosyal ilişkiler ve kurumlar
sistemidir.
-Cemiyet'te sınırlı düzeyde yardımlaşma sözkonusudur.
Çünkü bu topluluklarda bölünmelere yol açabilecek
gruplaşmalar söz konusudur.
-Cemiyetlerde insan davranışları bir yandan
özgürleşirken, toplumsal denetim yoluyla da
sınırlanmaktadır.
-Bu topluluklarda sürekli bir değişim sözkonusu
olduğundan, bunlar dinamik karakterli toplumlardır.
Cemiyet biçimi toplumların bu özelliklerine karşın
bir grubun cemaat olabilmesi için mekan ve cemaat
duygusu gibi iki koşul yeterli olabilmektedir.
Mekan koşulu, ortak yaşamın tüm ana hatlarını
paylaşacak biçimde birlikte yaşama zorunluluğunu
ifade etmektedir. Cemaat duygusu ise, kısaca ortak
yaşam biçiminden haberdar olmak biçiminde
tanımlanabilir. Cemaat duygusu, cemiyetlerdeki "Ben
Şuuru" yerine "Biz Şuuru"nun yer almasına yol
açmaktadır.
Durkheim insan topluluklarını "basit cemiyetler" ve
"karmaşık cemiyetler" olmak üzere iki gruba
ayırmaktadır(18). Durkheim e göre basit cemiyetlerde
"mekanik dayanışma", karmaşık cemiyetlerde ise
"organik dayanışma" temel olmaktadır.
Bu ayırıma göre birinci tip cemiyet "köyü", ikinci
tip cemiyet ise "kenti" tanımlamaktadır. Mekanik
dayanışma temelli basit cemiyetler, kendi
kendilerine yeten ve bireyler arasında işbölümü ve
işlevsel uzmanlaşmanın yok edinecek kadar az olduğu
cemiyetlerdir. Bu cemiyetlerde dayanışma bireylerin
düşünce ve inanç sistemlerinin homojenliğinden
kaynaklanmaktadır. Toplumsal bütünlük ise, aynı adet
ve gelenek; aynı dini inanç ve ahlâki değerlerle
sağlanmaktadır.
Organik dayanışma temelli karmaşık cemiyetler artan
nüfus yoğunluğu ile birlikte gittikçe karmaşıklaşan
cemiyetlerdir. Bu tip cemiyetlerdeki karmaşıklaşma
zorunlu olarak işbölümü ve işlevsel işbölümüne yol
açmaktadır. Toplumsal ilişkiler geniş ölçüde
sözleşmeler yoluyla sağlanırken, toplumsal düzen ve
kontrolde cemiyetin birey üzerindeki formel baskısı
ile sağlanmaktadır.
Durkheim in yaklaşımına göre, köy ve kent arasındaki
temel farklılığı bu topluluklardaki dayanışma
biçimleri oluşturmaktadır). Bu dayanışma
biçimlerini ise, topluluklardaki işbölümü ve
işlevsel uzmanlaşma düzeyi belirlemektedir.
İşbölümünün az olduğu ve benzer nitelikli işleri
yapan insanlar arasındaki dayanışma mekanik
dayanışma olup, toplumsal yaşamın devamında "kollektif
bilinç" önemli rol oynamaktadır. İşbölümünün
arttığı, herkesin farklı işler yaptığı ve
uzmanlaşmanın geliştiği toplumlarda ise dayanışma
organik dayanışma niteliği kazanmaktadır. Bu
dayanışma türü içinde yer alan her birim kendinin
farklı olduğunu, ancak varlığını sürdürebilmesi
için diğer birimlerin var olması gerekliliğinin
bilincine ulaşmaktadır.
Toplumlarda organik dayanışmanın gelişmesinde
teknoloji etken bir rol oynamaktadır. Teknolojik
gelişme bir yandan doğrudan işbölümü ve uzmanlaşmayı
gerektirirken diğer yandan nüfusun belirli
merkezlerde yoğunlaşması yoluyla da tekrar işbölümü
ve uzmanlaşmanın gelişmesine yol açmaktadır.
Böylece de gelişen işbölümü ve uzmanlaşma ile
birlikte organik dayanışma artmaktadır. Bu bağlamda
organik dayanışmanın geliştiği kentler
"...birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde
bulunan ve birbirlerine sıkı işlevsel ilişkilerle
bağlı, uzmanlaşmış parçalardan meydana gelen
yerleşme merkezi bütünlükleri..." olarak
tanımlanabilir(20). Bu tanımlama, kentin "sıkı
işlevsel bütünlüğü" gibi çok önemli bir niteliğini
vurgulamakla birlikte, olgunun tek bir yönünü
açıkladığından yetersiz kalmaktadır. Kentin daha
ayrıntılı bir tanımına ulaşabilmek için köy ve kent
arasındaki belirleyici farklılıkları ortaya koymak
gerekmektedir.
Sorokin ve Zimmerman, köy ve kent toplulukları
arasındaki yaşam biçimi ve yapısal farklılıkları
sekiz grupta toplamaktadır. Yazarlar, köy ve kent
yaşam biçimleri ve yapıları arasındaki farkları
meslek; çevre; genişlik; yoğunluk; türdeş olma veya
olmama; toplumsal farklılaşma ve tabakalaşma;
hareketlilik; toplumsal ilişkiler sistemi
açılarından ele alarak incelemektedirler
Sanayi Kentinin Temel Özellikleri ve Tanımı
Kentlerin, tarihsel gelişim içinde incelendiğinde,
çeşitli dönemlerde farklı işlevleri üslendikleri
görülmektedir. Bu olgu nedeniyle kentler;
ekonomistler, coğrafyacılar, tarihçiler,
toplumbilimciler, kentbilimciler tarafından kendi
bilimsel çerçeveleri içinde çeşitli biçimlerde
tanımlanabilmektedir. Ancak sanayi devrimi sonrası
kentinin tanımlanmasında belirgin bir özelliğin ön
plana çıktığı görülmektedir. Bu özellik, nüfusun ve
etkinliklerin belirli bir alanda yoğunlaşmasını
yansıtan fiziksel nitelikli bir özelliktir(22). Bu
nedenle dar anlamıyla kentler "... nüfus yoğunluğu
çevredeki yerleşim yerlerinden çok fazla olan
yerleşim yerleri..." olarak tanımlanabilmektedir^).
Bu tanımlama, insanların belirli bir alanda
yoğunlaşması sonucu üretme etkinliklerindeki
çeşitlenmeyi ve tarımsal olmayan etkinliklerin
ağırlık kazanacağını ifade ettiğinden, kentlerin
üretim özelliğini de dolaylı olarak içermektedir.
Kentler bu iki temel özelliğin yanısıra göç olgusu
ile birlikte büyüklük özelliği de kazanmaktadır.
Çok çeşitli ekonomik etkinlik işbölümü ve
uzmanlaşmaya yol açarken türdeş olmayan bir sosyo-ekonomik
yapının belirleyicisi olmaktadır. Ancak türdeş
olmayan bu sosyo-ekonomik yapı içinde organik
dayanışma ile birlikte bir bütünleşme özelliği
bulunacaktır. Bu bağlamda kentlerin üretim,
büyüklük, yoğunluk, türdeş olmama ve bütünleşme gibi
kentsel mekanın özelliklerini ortaya koyan
ayırdedici nitelikleri olduğu söylenebilir(24).
Üretim: Daha önceki açıklamalarımızdan da bilindiği
gibi kentler tarımsal nitelikli olmayan üretimin
ağırlıklı olarak yapıldığı yerlerdir. Ayrıca kentler
çevredeki üretim, toplama ve dağıtma işlevlerini de
yüklenmişlerdir. Bu olgu kentlerde mali ve yönetsel
etkinliklerin çevresine de yansıyacak biçimde yer
almasına yol açmaktadır. Kısaca kentler üretim
özelliğine uygun olarak tarımsal olmayan üretimin
yapıldığı çevredeki tüm üretimin denetlendiği ve
dağıtımının koordine edildiği yerlerdir.
Büyüklük: Kentler kentleşme sürecine uygun olarak
kırsal kesimden kopan "fazla" nüfusun toplandığı
yerlerdir. Bu olgu kentlerdeki nüfus büyüklüğünün
diğer yerleşmelerden daha büyük olmasına yol
açmaktadır. Bu büyüklük düzeyi, ülkelerin
sosyoekonomik özelliklerinin yanısıra kentleşme
biçimlerine de bağlı bulunmaktadır.
Dengesiz kentleşmenin söz konusu olduğu ülkelerde
tek büyük kentte nüfus düzeyi olağanüstü artarken,
diğer kentlerde bu düzey düşük kalabilmektedir.
Aksine dengeli kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde
ise, kentlerin nüfus düzeyleri birbirlerine yakın
olabilmektedir.
Yoğunluk:
Bu özellik, sınırlı bir mekanda kesintisiz
yapılaşma ve yüksek yoğunluktaki bir yerleşmeyi
tanımlamaktadır. Hızla büyüyen kentlerde merkeze
yakın oluş ve ulaşım maliyetlerinden kaçınma isteği,
merkez ve merkeze yakın alanlarda daha yüksek
yapıların yapılmasına yol açmaktadır. Böylece dar
bir alanda daha fazla nüfusun yoğunlaşması söz
konusu olabilmektedir.
Türdeş Olmama:
Kenti kırdan ayıran önemli bir özellik, kırın
türdeş yapısına karşın, kentin türdeş olmayan bir
sosyoekonomik yapı sergilemesidir. Köy genellikle
aynı ekonomik etkinlikte bulunan bireylerden
oluşmuş türdeş bir topluluktur. Aynı zamanda köy
etkinlikler bakımından olduğu kadar, yapı, işlev,
inanç sistemleri ve kültür bakımından da türdeş
topluluklardır.
Kent çeşitli etnik grupları, meslek ve kültür
gruplarını, sosyoekonomik sınıfları kapsayan türdeş
olmayan bir topluluktur. Her biri ayrı inanç ve
kültüre sahip olan, ırk, etnik köken ve işlevleri
bakımından birbirlerinden ayrılan bireylerden
meydana gelmiştir. Böylece kentlerde bireyler türdeş
bir yapı içerisinde birbirlerinden oldukça farklı
davranış özellikleri geliştirmektedir.
Toplumsal Bütünleşme:
Sanayi kentinde bireylerin, gelişmiş işbölümü içinde
yer alarak kuracakları dayanışma ve bu bağlamda
gerçekleşecek toplumsal bütünleşme önem
kazanmaktadır. Kavramsal olarak toplumsal
bütünleşme, "...toplum içinde yer alan kurumların,
toplum yaşamının sürekliliğini sağlayacak işlevsel
denge içinde bulunmaları ve bireylerine karşılıklı
dayanışmayı mümkün kılacak bir işbölümü olanağı
sağlayarak, tüm sistemin, toplumun üyelerinin
bilincinde (şuurunda) meşrulaşması durumunu ifade
etmektedir"(25). Bu kavramlaştırma kapsamında
toplumsal bütünleşme, işbölümü ve kültürün
özümsenmesi gibi iki temel unsuru içermektedir. Bu
iki unsurun toplumsal bütünleşmedeki katkıları
toplumların farklı gelişmişlik dönemlerinde farklı
olabilmektedir.
İşbölümü "...değişik görev ve hizmetlerin, toplumun
üyeleri, kümeleri arasında karşılıklı bağımlılık
ilişkileri içinde bölünme süreci" olarak
tanımlanabilmektedir(26). Bu süreçte "karşılıklı
bağımlılık ilişkileri" temel olduğundan, günümüz
kentlerinde işbölümü toplumsal dayanışma ve
bütünleşmeye ortam hazırlamaktadır.
Kültür toplumdaki "bilgi, inanç, sanat, ahlak,
hukuk, örf ve diğer tüm yetenek ve alışkanlıkların
meydana getirdiği karmaşık bir bütündür"(27). Bu
anlamda bir yönüyle kültür insanları bireyleştirip
ona diğer bireylerce anlaşılabilir bir anlam
kazandırırken, diğer bir yönüyle de bireyleşen
insana "biz" duygusunu kazandırmaktadır. Bu bağlamda
da toplum bireyleri arasında bütünleşmeye katkıda
bulunan bir işlev yüklenmektedir.
Sanayi kentinde nüfusun türdeş olmama özelliği; bu
mekanlarda toplumsal bütünleşmede temel unsur olan
kültürün etkisinin ve toplumsal kontrolün azalmasına
yol açabilmektedir(28). Ayrıca kentlerde, ailenin
toplumsal kontrol işlevinin zayıflamasının yanısıra
akrabalık, komşuluk v.b. ilişkiler çerçevesinde
sürdürülen denetimin gücünün de azaldığı
görülmektedir. Ancak kentlerde toplumsal kontrolü
sağlayan iki temel gelişmenin olduğu gözlenmektedir.
Bunlar, toplumsal kontrol sisteminde kurumlaşma
(hukuk, yargı, güvenlik örgütleri v.b.) ve çalışma
yaşamı ile ilgili değerlerin, normların kent
yaşamındaki ilişkileri düzenleyen değerler ve
normlar sistemindeki öneminin artmasıdır.
Özetle kent yaşamında toplumsal bütünleşme,
bireylerin kent yaşamındaki işbölümü içinde yer
almalarının yanısıra bu konuma uyan ve işlevsel
tamamlamayı gerçekleştiren kültüre sahip olmaları
ile olanaklı olmaktadır. Toplumsal bütünleşmenin bu
iki unsurundan birinin eksikliği kentte bütünleşme
yerine düzensizliklere yol açabilmektedir.
Kenti açıklanan özelliklerine uygun olarak geniş bir
biçimde tanımlamak olanaklıdır. Buna göre kent;
"...tarımsal olmayan üretimin yapıldığı ve daha
önemlisi hem tarımsal hem de tarım dışı üretimin
dağıtımının kontrol fonksiyonlarının toplandığı,
belirli teknolojik gelişme seviyelerine göre
büyüklük, heterojenlik (türdeş olmama) ve
bütünleşme düzeylerine varmış yerleşme biçimleridir
|