Türkiye Ekonomisi

Dünya Ekonomisi

Osmanlı Ekonomisi

Finansal Ekonomi

İşletme Ekonomisi

Hizmet Ekonomisi

Kalkınma Ekonomisi

Tarım Ekonomisi

Borsa ve Yatırım

Ekonomi Sözlüğü

Ekonomi Ders Notları

Ekonomi Düşünürleri

Genel Ekonomi Soruları

Özel İstatistik Arşivi

Özel İktisat Konuları

Açık Öğretim İktisat

Ekonomi Kurumları

Kamu Yönetimi

Kamu (Devlet) Maliyesi

Sigortacılık Konuları

Türkiye İktisat Tarihi

Yeraltı Ekonomisi

Kredi Kartı Piyasası

Gelişmekte Olan Ülkeler

Finansal Piyasalar

Kent Ekonomisi

Liberalizm

Forex Piyasaları

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Kavramsal Olarak Kent ve Temel Özellikleri 

Genel bir tanımlamayla kent; farklı sosyal sınıflardan oluşan bir toplumun, yapay çevreyi doğal çevreye egemen kıldığı bir or­tamda ve kentsel yaşam kurallarına uygun olarak yaşamlarını sür­dürdükleri bir yerleşme yeridir. Bu yerleşme yerleri tarihin değişik dönemlerinde farklı sosyo-ekonomik işlevleri üstlendiğinden, kent kavramı da bu işlevsel değişime uygun olarak her dönemde farklı bir içeriğe sahip olabilen dinamik bir nitelik taşımaktadır. Bu dinamik­lik yüzyılımızın en önemli olgularından biri olan kentin tanımında tam bir kavram birliğine ulaşılmasında bazı güçlükler ortaya çık­maktadır). Özellikle de bu güçlükler, belirli bir ülke için somut ölçütlere dayanılarak yapılan bir kent tanımının bir başka ülke için büyük aykırılıklar göstermesine yol açmaktadır. Bu olgu her dönem ve her ülke için geçerli, aynı zamanda kent araştırmalarında kullanı­labilecek ortak bir kent tanımına ulaşılmasını zor hale getirmektedir. Bu nedenle günümüz kentini kavramsal bir tanıma oturtabilmek için öncelikle kent tanımına ilişkin tarihsel gelişmenin ele alınması ge­rekmektedir. 

Tarihsel Gelişim İçinde Kent Kavramı 

Tarihsel gelişim içinde kentin kavramsal içeriğindeki değişme­ler incelendiğinde, ilk dönemlerde uygarlık kavramının bu içeriğin belirlenmesinde etken olduğu gözlenmektedir(8). Nitekim kent ile aynı anlamda kullanılan "medine" kelimesi, kentlerdeki ve kent dışı alanlardaki yaşam biçimleriyle, ekonomik ve toplumsal yapı farklı­lıklarını ortaya koymak üzere kullanılmıştır. "Karye" ise Medine'nin karşıtı olarak göçebe ve kırsal yaşamı tanımlamaktadır. Bu bağlam­da kent yaşamı organize edilmiş bir sosyal hayatı (uygarlığı) içer­mektedir. Böylece de kent uygar insanların yaşadığı bir yerleşme birimi olmaktadır. 

Kentin kavramsal değişimi batı toplumlarında çok eskiye uzanmaktadır. Bu toplumlardaki hızlı sosyo-ekonomik değişim kent kavramında da değişimlere yol açmıştır. Önceleri kent ve medine kelimeleri ile yakın anlamlarda kullanılan çite, polis kelimelerinin yerini bugün city, urban, bourg, ville gibi kelimeler almıştır. Kent­lerin kavramlaştırılmasındaki bu değişimler kuşkusuz kentin kav­ramsal içeriğinin değişiminden kaynaklanmaktadır. 

Kente ilişkin değişik tanımlar incelendiğinde bunlardan bazı­larının kentin biçimbilimsel (morfolojik) özelliklerini, bazılarının kentin işlevsel özelliklerini bazılarının ise kentin hem biçimbilimsel hem de işlevsel özelliklerini ele aldığı görülmektedir(9) Biçimbilim­sel tanımlamalarda kentin büyüklüğü, sur ve kaleler ile çevrili bir yer olması ve demografik özellikleri ön plana çıkarılmıştır. İşlevsel özelliklere göre yapılan tanımlarda ise, kentin zanaat, ticaret ve sanayi, hukuk, değişim ve tüketim gibi işlevsel özellikleri ele alın­mıştır. Kentlerin hem biçimbilimsel hem de işlevsel özelliklerini ele alan karma nitelikli tanımlamaların da yapıldığı görülmektedir. 

Gelişen toplumlarda kır-kent arasındaki yaşam biçimi, sosyo­ekonomik yapı ve yasal düzenlemeler açısından farklılıklar azaldı­ğından kenti kavramsal bir tanıma oturtma çabalarından ziyade, kentsel yaşamdaki işlevsel değişmeler ve bu değişimden kaynaklanan sorunlar ele alınmaktadır. Böylece de kentin tanımı büyük ölçüde işlevsel bir içerik kazanmaktadır. Bu gelişmeye paralel olarak Friedman kenti "yenilikçi merkezler" olarak ele almaktadır. Ayrıca insanlar için "kentte yaşadığını hissetmek" gibi bir kriterin kent ta­nımı için yeterli olabileceği ileri sürülmektedir. 

Kent Tanımında Kullanılan Ölçütler 

Kent kavramındaki gelişmelerin incelenmesinden de görüldü­ğü gibi, her dönem ve her ülke için geçerli tek bir kent tanımına ulaşılması olanaksız görünmektedir. Böylece de kent araştırmaların­da, kentlere ilişkin yönetsel ve yasal düzenlemelerde kullanılmak üzere yapılan kent tanımları, genellikle kenti belirleyen bazı ölçütle­re göre yapılmaktadır. Bu ölçütler kentin nüfus; yönetsel sınır ve yapı; ekonomik ve sosyolojik belirleyici nitelikleri olmaktadır. 

Nüfus Ölçütüne Göre Kent Tanımı 

Kentin tanımlanmasında dikkati çeken ilk ölçüt nüfus büyük­lüğüdür. Bu ölçüte göre yapılan tanımlamalarda, nüfus büyüklüğü belirli bir düzeyi aşan yerler kent kabul edilmektedir. Ancak bu ölçütün kullanılmasındaki sorun, kent denilen yerleşmelerdeki en küçük ve en büyük nüfus miktarlarının, evrensel düzeyde ve objektif kriterlere göre belirlenmesidir. En büyük kent nüfusunun belir­lenmesi için kullanılabilecek ve evrensel olarak öne sürülebilecek ölçütler yetersiz de olsa bulunabilmektedir. Ancak kentin en düşük nüfus düzeyinin ne olması gerektiğini ortaya koyabilecek ve evrensel düzeyde kullanılabilecek ölçütler bulunmamaktadır. Bu nedenle de birçok ülke kendi sosyo-ekonomik özelliklerine göre bu alt sınırı belirlemektedir. Örneğin Danimarka'da 250 nüfuslu yerleşimlere kent denirken, Kore'de 40.000 i aşan nüfuslu yerleşimlere kent adı ve­rilmektedir. 

Ülkemizde de kentlere ilişkin yönetimsel ve yasal düzenleme­lerin yanısıra, kentsel araştırmalardaki kent tanımında da nüfus ölçütünün kullanıldığı görülmektedir. 1924 tarih ve 442 sayılı Köy Yasası nın  

1. maddesinde kent tanımı için nüfus ölçütü kullanılarak "nüfusu 2000'den aşağı yurtlara köy, nüfusu 2000 ile 20.000 ara­sında olanlara kasaba ve 20.000 den çok nüfuslu olanlara da şehir denir" hükmü getirilmiştir Benzer şekilde 1930 tarih ve 1580 sayılı Belediye Yasası nda nüfusu 2000'i aşan yerlerde belediye kurulabi­leceği belirtilerek, kent ve köy ayırımı yapılmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı ve akademik kuruluşların araştırma ve çalışmalarında, genellikle nüfus ölçütünün kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışma­larda genellikle 10.000 nüfus büyüklüğü kent tanımı için temel alınmaktadır. 

2. Yönetsel Sınır ve Yapı Ölçütüne Göre Kent Tanımı 

Bu ölçüte göre kent, belirli bir yönetsel sınır içinde kalan ve bu sınır içinde özel bir yönetimsel yapıya sahip olan yerleşme yerle­ridir. Bu ölçütün kullanımındaki sorun da evrensel düzeyde, kent için yönetsel sınır ve yapılarının belirlenmesi olmaktadır. Bu bağ­lamda da her ülke için farklı büyüklük ve yapıda yönetim biçimleri ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca bu ölçüte göre yapılan kent tanımı kullanıldığında, diğer kriterlere göre kent niteliği taşımayan bazı yerleşmelerin de kent olarak kabul edildiği görülebilmektedir. Ör­neğin ülkemizde Devlet İstatistik Enstitüsü nün yayınlarında nüfus büyüklüğü ne olursa olsun tüm il ve ilçe merkezleri kent kabul edil­mektedir. Bu ölçütün kullanımı nüfusu çok az olan bir ilçe ile nüfu­su bir milyonu aşan bir kentin aynı kapsamda düşünülmesi nedeniy­le sakıncalar yaratmaktadır. 

3.  Ekonomik Nitelik Ölçütüne Göre Kent Tanımı 

Bu ölçüte göre kent tanımında, kentlerdeki göreceli olarak ağırlıklı olan ekonomik etkinlikler temel alınmaktadır. Böylece de ekonomik nitelik ölçütünde kır ve kent arasındaki işlevsel farklılık ortaya konmaktadır. Her iki yerleşme biçimindeki işlevsel farklılık, kır ve kentteki ekonomik etkinlik türlerinin kendilerine özgü birle­şimlerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi kırda etken ekonomik etkinlik tarımsal üretimdir. Kentlerde ise hakim olan ekonomik et­kinlik sanayi üretimidir. Ayrıca kentlerde sanayinin gelişmesine ve bu kesimin istemlerine paralel bir biçimde toplama, dağıtma, maliye ve yönetsel işlevlerde görülmektedir. Böylece de kentlerde sanayi üretimin yanısıra, tarımsal nitelikli olmayan (veya kentsel nitelikli) ticaret ve hizmetlere ilişkin etkinliklerde yer almaktadır. Bu olgu, kent-kır ayırımına ve bu bağlamda da kent tanımında evrensel dü­zeyde ve objektif bir ölçütün kullanımına olanak sağlamaktadır. 

Ekonomik nitelik ölçütüne göre kent, "....pek az kimsenin ta­rımsal uğraşılarda bulunduğu.... yerleşme birimi" olarak tanımla­nabilip. Ancak kent tanımında ekonomik niteliğin vurgulanması bir ön koşul olmakla birlikte, yeterli olmamaktadır. Çünkü kentin ekonomik niteliğinin yanısıra, bu nitelikten kaynaklanan ve ayırd edici sosyolojik özellikleri de bulunmaktadır. Bu nedenle tatmin edici bir kent tanımında bu özelliklerin de yer alması gerekmektedir.

4.  Sosyolojik Ölçütlere Göre Kent Tanımı 

Sosyolojik kent tanımlarında hareket noktasını köy ve kent toplulukları arasındaki farklılıklar oluşturmaktadır. Bazı yazarlara göre kentin anlamı köyün tanımından çıkarılabilir. Köy "tarım te­meli üzerine oturtulmuş, cemaat hayatının, nispi bir kapalılığın, geleneksel dayanışma ve yaşam biçimlerinin şekillendirildiği" bir topluluktur. Bu yaklaşımda temel kavramlar cemaat ve cemiyet kavramlarıdır. Köy cemaat tipi, kent ise cemiyet tipi bir topluluk olmaktadır. 

"Küçük veya büyük herhangi bir grubun üyeleri her nerede, şu veya bu kişisel menfaati değil, fakat müşterek hayatın ana şartla­rını paylaşacak şekilde bir arada yaşarsa..." bu topluluğa cemaat adı verilmektedir. "Cemiyet ise, insan davranışını, hem hürriyete kavuşturan, hem hudutlandıran, bir yandan karşılıklı yardımlaşma­lara imkan veren, diğer taraftan gruplaşmalar ve bölünmelere yol açan, değişen bir sosyal teşkilatlar ve münasebetler ağıdır".

Cemiyet kavramına ilişkin tanım analiz edildiğinde şu nitelik­leri taşıdığı görülmektedir.

-Cemiyet bir sosyal ilişkiler ve kurumlar sistemidir.

-Cemiyet'te sınırlı düzeyde yardımlaşma sözkonusudur. Çün­kü bu topluluklarda bölünmelere yol açabilecek gruplaşmalar söz konusudur.

-Cemiyetlerde insan davranışları bir yandan özgürleşirken, toplumsal denetim yoluyla da sınırlanmaktadır. 

-Bu topluluklarda sürekli bir değişim sözkonusu olduğundan, bunlar dinamik karakterli toplumlardır.

Cemiyet biçimi toplumların bu özelliklerine karşın bir grubun cemaat olabilmesi için mekan ve cemaat duygusu gibi iki koşul ye­terli olabilmektedir. Mekan koşulu, ortak yaşamın tüm ana hat­larını paylaşacak biçimde birlikte yaşama zorunluluğunu ifade et­mektedir. Cemaat duygusu ise, kısaca ortak yaşam biçiminden ha­berdar olmak biçiminde tanımlanabilir. Cemaat duygusu, cemiyetlerdeki "Ben Şuuru" yerine "Biz Şuuru"nun yer almasına yol aç­maktadır. 

Durkheim insan topluluklarını "basit cemiyetler" ve "karma­şık cemiyetler" olmak üzere iki gruba ayırmaktadır(18). Durkheim e göre basit cemiyetlerde "mekanik dayanışma", karmaşık cemiyetler­de ise "organik dayanışma" temel olmaktadır. 

Bu ayırıma göre birinci tip cemiyet "köyü", ikinci tip cemiyet ise "kenti" tanımlamaktadır. Mekanik dayanışma temelli basit cemi­yetler, kendi kendilerine yeten ve bireyler arasında işbölümü ve iş­levsel uzmanlaşmanın yok edinecek kadar az olduğu cemiyetlerdir. Bu cemiyetlerde dayanışma bireylerin düşünce ve inanç sistemleri­nin homojenliğinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal bütünlük ise, aynı adet ve gelenek; aynı dini inanç ve ahlâki değerlerle sağlanmak­tadır.

Organik dayanışma temelli karmaşık cemiyetler artan nüfus yoğunluğu ile birlikte gittikçe karmaşıklaşan cemiyetlerdir. Bu tip cemiyetlerdeki karmaşıklaşma zorunlu olarak işbölümü ve işlevsel işbölümüne yol açmaktadır. Toplumsal ilişkiler geniş ölçüde söz­leşmeler yoluyla sağlanırken, toplumsal düzen ve kontrolde cemiye­tin birey üzerindeki formel baskısı ile sağlanmaktadır.

Durkheim in yaklaşımına göre, köy ve kent arasındaki temel farklılığı bu topluluklardaki dayanışma biçimleri oluşturmakta­dır). Bu dayanışma biçimlerini ise, topluluklardaki işbölümü ve işlevsel uzmanlaşma düzeyi belirlemektedir. İşbölümünün az olduğu ve benzer nitelikli işleri yapan insanlar arasındaki dayanışma meka­nik dayanışma olup, toplumsal yaşamın devamında "kollektif bilinç" önemli rol oynamaktadır. İşbölümünün arttığı, herkesin farklı işler yaptığı ve uzmanlaşmanın geliştiği toplumlarda ise dayanışma or­ganik dayanışma niteliği kazanmaktadır. Bu dayanışma türü içinde yer alan her birim kendinin farklı olduğunu, ancak varlığını sürdü­rebilmesi için diğer birimlerin var olması gerekliliğinin bilincine ulaşmaktadır. 

Toplumlarda organik dayanışmanın gelişmesinde teknoloji et­ken bir rol oynamaktadır. Teknolojik gelişme bir yandan doğrudan işbölümü ve uzmanlaşmayı gerektirirken diğer yandan nüfusun be­lirli merkezlerde yoğunlaşması yoluyla da tekrar işbölümü ve uz­manlaşmanın gelişmesine yol açmaktadır. Böylece de gelişen işbö­lümü ve uzmanlaşma ile birlikte organik dayanışma artmaktadır. Bu bağlamda organik dayanışmanın geliştiği kentler "...birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde bulunan ve birbirlerine sıkı işlevsel ilişki­lerle bağlı, uzmanlaşmış parçalardan meydana gelen yerleşme mer­kezi bütünlükleri..." olarak tanımlanabilir(20). Bu tanımlama, ken­tin "sıkı işlevsel bütünlüğü" gibi çok önemli bir niteliğini vurgula­makla birlikte, olgunun tek bir yönünü açıkladığından yetersiz kalmaktadır. Kentin daha ayrıntılı bir tanımına ulaşabilmek için köy ve kent arasındaki belirleyici farklılıkları ortaya koymak gerekmekte­dir. 

Sorokin ve Zimmerman, köy ve kent toplulukları arasındaki yaşam biçimi ve yapısal farklılıkları sekiz grupta toplamaktadır. Yazarlar, köy ve kent yaşam biçimleri ve yapıları arasındaki farkları meslek; çevre; genişlik; yoğunluk; türdeş olma veya olmama; top­lumsal farklılaşma ve tabakalaşma; hareketlilik; toplumsal ilişkiler sistemi açılarından ele alarak incelemektedirler 

Sanayi Kentinin Temel Özellikleri ve Tanımı 

Kentlerin, tarihsel gelişim içinde incelendiğinde, çeşitli dö­nemlerde farklı işlevleri üslendikleri görülmektedir. Bu olgu nede­niyle kentler; ekonomistler, coğrafyacılar, tarihçiler, toplumbilimci­ler, kentbilimciler tarafından kendi bilimsel çerçeveleri içinde çeşitli biçimlerde tanımlanabilmektedir. Ancak sanayi devrimi sonrası kentinin tanımlanmasında belirgin bir özelliğin ön plana çıktığı gö­rülmektedir. Bu özellik, nüfusun ve etkinliklerin belirli bir alanda yoğunlaşmasını yansıtan fiziksel nitelikli bir özelliktir(22). Bu ne­denle dar anlamıyla kentler "... nüfus yoğunluğu çevredeki yerleşim yerlerinden çok fazla olan yerleşim yerleri..." olarak tanımlanabil­mektedir^). Bu tanımlama, insanların belirli bir alanda yoğunlaş­ması sonucu üretme etkinliklerindeki çeşitlenmeyi ve tarımsal olma­yan etkinliklerin ağırlık kazanacağını ifade ettiğinden, kentlerin üre­tim özelliğini de dolaylı olarak içermektedir. Kentler bu iki temel özelliğin yanısıra göç olgusu ile birlikte büyüklük özelliği de kazan­maktadır. Çok çeşitli ekonomik etkinlik işbölümü ve uzmanlaşmaya yol açarken türdeş olmayan bir sosyo-ekonomik yapının belirleyicisi olmaktadır. Ancak türdeş olmayan bu sosyo-ekonomik yapı içinde organik dayanışma ile birlikte bir bütünleşme özelliği bulunacaktır. Bu bağlamda kentlerin üretim, büyüklük, yoğunluk, türdeş olmama ve bütünleşme gibi kentsel mekanın özelliklerini ortaya koyan ayırdedici nitelikleri olduğu söylenebilir(24). 

Üretim: Daha önceki açıklamalarımızdan da bilindiği gibi kentler tarımsal nitelikli olmayan üretimin ağırlıklı olarak yapıldığı yerlerdir. Ayrıca kentler çevredeki üretim, toplama ve dağıtma işlev­lerini de yüklenmişlerdir. Bu olgu kentlerde mali ve yönetsel etkin­liklerin çevresine de yansıyacak biçimde yer almasına yol açmakta­dır. Kısaca kentler üretim özelliğine uygun olarak tarımsal olmayan üretimin yapıldığı çevredeki tüm üretimin denetlendiği ve dağıtımı­nın koordine edildiği yerlerdir. 

Büyüklük: Kentler kentleşme sürecine uygun olarak kırsal kesimden kopan "fazla" nüfusun toplandığı yerlerdir. Bu olgu kent­lerdeki nüfus büyüklüğünün diğer yerleşmelerden daha büyük ol­masına yol açmaktadır. Bu büyüklük düzeyi, ülkelerin sosyo­ekonomik özelliklerinin yanısıra kentleşme biçimlerine de bağlı bulunmaktadır. 

Dengesiz kentleşmenin söz konusu olduğu ülkelerde tek bü­yük kentte nüfus düzeyi olağanüstü artarken, diğer kentlerde bu düzey düşük kalabilmektedir. Aksine dengeli kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde ise, kentlerin nüfus düzeyleri birbirlerine yakın olabilmektedir. 

Yoğunluk: Bu özellik, sınırlı bir mekanda kesintisiz yapılaş­ma ve yüksek yoğunluktaki bir yerleşmeyi tanımlamaktadır. Hızla büyüyen kentlerde merkeze yakın oluş ve ulaşım maliyetlerinden kaçınma isteği, merkez ve merkeze yakın alanlarda daha yüksek yapıların yapılmasına yol açmaktadır. Böylece dar bir alanda daha fazla nüfusun yoğunlaşması söz konusu olabilmektedir. 

Türdeş Olmama: Kenti kırdan ayıran önemli bir özellik, kı­rın türdeş yapısına karşın, kentin türdeş olmayan bir sosyo­ekonomik yapı sergilemesidir. Köy genellikle aynı ekonomik etkin­likte bulunan bireylerden oluşmuş türdeş bir topluluktur. Aynı za­manda köy etkinlikler bakımından olduğu kadar, yapı, işlev, inanç sistemleri ve kültür bakımından da türdeş topluluklardır. 

Kent çeşitli etnik grupları, meslek ve kültür gruplarını, sosyo­ekonomik sınıfları kapsayan türdeş olmayan bir topluluktur. Her biri ayrı inanç ve kültüre sahip olan, ırk, etnik köken ve işlevleri bakımından birbirlerinden ayrılan bireylerden meydana gelmiştir. Böylece kentlerde bireyler türdeş bir yapı içerisinde birbirlerinden oldukça farklı davranış özellikleri geliştirmektedir. 

Toplumsal Bütünleşme: Sanayi kentinde bireylerin, gelişmiş işbölümü içinde yer alarak kuracakları dayanışma ve bu bağlamda gerçekleşecek toplumsal bütünleşme önem kazanmaktadır. Kavram­sal olarak toplumsal bütünleşme, "...toplum içinde yer alan kurum­ların, toplum yaşamının sürekliliğini sağlayacak işlevsel denge için­de bulunmaları ve bireylerine karşılıklı dayanışmayı mümkün kıla­cak bir işbölümü olanağı sağlayarak, tüm sistemin, toplumun üye­lerinin bilincinde (şuurunda) meşrulaşması durumunu ifade etmektedir"(25). Bu kavramlaştırma kapsamında toplumsal bütünleşme, işbölümü ve kültürün özümsenmesi gibi iki temel unsuru içermek­tedir. Bu iki unsurun toplumsal bütünleşmedeki katkıları toplumla­rın farklı gelişmişlik dönemlerinde farklı olabilmektedir.

İşbölümü "...değişik görev ve hizmetlerin, toplumun üyeleri, kü­meleri arasında karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde bölünme süreci" olarak tanımlanabilmektedir(26). Bu süreçte "karşılıklı bağımlılık ilişkileri" temel olduğundan, günümüz kentlerinde işbölümü toplumsal da­yanışma ve bütünleşmeye ortam hazırlamaktadır. 

Kültür toplumdaki "bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, örf ve diğer tüm yetenek ve alışkanlıkların meydana getirdiği karmaşık bir bütündür"(27). Bu anlamda bir yönüyle kültür insanları bireyleştirip ona diğer bireylerce anlaşılabilir bir anlam kazandırırken, diğer bir yönüyle de bireyleşen insana "biz" duygusunu kazandırmaktadır. Bu bağlamda da toplum bireyleri arasında bütünleşmeye katkıda bulu­nan bir işlev yüklenmektedir.

Sanayi kentinde nüfusun türdeş olmama özelliği; bu mekan­larda toplumsal bütünleşmede temel unsur olan kültürün etkisinin ve toplumsal kontrolün azalmasına yol açabilmektedir(28). Ayrıca kentlerde, ailenin toplumsal kontrol işlevinin zayıflamasının yanısıra akrabalık, komşuluk v.b. ilişkiler çerçevesinde sürdürülen denetimin gücünün de azaldığı görülmektedir. Ancak kentlerde toplumsal kont­rolü sağlayan iki temel gelişmenin olduğu gözlenmektedir. Bunlar, toplumsal kontrol sisteminde kurumlaşma (hukuk, yargı, güvenlik örgütleri v.b.) ve çalışma yaşamı ile ilgili değerlerin, normların kent yaşamındaki ilişkileri düzenleyen değerler ve normlar sistemindeki öneminin artmasıdır.

Özetle kent yaşamında toplumsal bütünleşme, bireylerin kent yaşamındaki işbölümü içinde yer almalarının yanısıra bu konuma uyan ve işlevsel tamamlamayı gerçekleştiren kültüre sahip olmaları ile olanaklı olmaktadır. Toplumsal bütünleşmenin bu iki unsurundan birinin eksikliği kentte bütünleşme yerine düzensizliklere yol aça­bilmektedir. 

Kenti açıklanan özelliklerine uygun olarak geniş bir biçimde tanımlamak olanaklıdır. Buna göre kent; "...tarımsal olmayan üretimin yapıldığı ve daha önemlisi hem tarımsal hem de tarım dışı üretimin dağıtımının kontrol fonksiyonlarının toplandığı, belirli tek­nolojik gelişme seviyelerine göre büyüklük, heterojenlik (türdeş ol­mama) ve bütünleşme düzeylerine varmış yerleşme biçimleridir

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü - Gizlilik Politikası

Sağlık Bilgileri