| 
					Kavramsal Olarak Kent ve Temel Özellikleri  
							Genel bir tanımlamayla kent; farklı 
							sosyal sınıflardan oluşan bir toplumun, yapay 
							çevreyi doğal çevreye egemen kıldığı bir ortamda ve 
							kentsel yaşam kurallarına uygun olarak yaşamlarını 
							sürdürdükleri bir yerleşme yeridir. Bu yerleşme 
							yerleri tarihin değişik dönemlerinde farklı sosyo-ekonomik 
							işlevleri üstlendiğinden, kent kavramı da bu 
							işlevsel değişime uygun olarak her dönemde farklı 
							bir içeriğe sahip olabilen dinamik bir nitelik 
							taşımaktadır. Bu dinamiklik yüzyılımızın en önemli 
							olgularından biri olan kentin tanımında tam bir 
							kavram birliğine ulaşılmasında bazı güçlükler ortaya 
							çıkmaktadır). Özellikle de bu güçlükler, belirli 
							bir ülke için somut ölçütlere dayanılarak yapılan 
							bir kent tanımının bir başka ülke için büyük 
							aykırılıklar göstermesine yol açmaktadır. Bu olgu 
							her dönem ve her ülke için geçerli, aynı zamanda 
							kent araştırmalarında kullanılabilecek ortak bir 
							kent tanımına ulaşılmasını zor hale getirmektedir. 
							Bu nedenle günümüz kentini kavramsal bir tanıma 
							oturtabilmek için öncelikle kent tanımına ilişkin 
							tarihsel gelişmenin ele alınması gerekmektedir.  
							
							Tarihsel Gelişim İçinde Kent Kavramı 
							
							Tarihsel gelişim içinde kentin kavramsal 
							içeriğindeki değişmeler incelendiğinde, ilk 
							dönemlerde uygarlık kavramının bu içeriğin 
							belirlenmesinde etken olduğu gözlenmektedir(8). 
							Nitekim kent ile aynı anlamda kullanılan "medine" 
							kelimesi, kentlerdeki ve kent dışı alanlardaki yaşam 
							biçimleriyle, ekonomik ve toplumsal yapı 
							farklılıklarını ortaya koymak üzere kullanılmıştır. 
							"Karye" ise Medine'nin
							
							
							karşıtı olarak göçebe ve kırsal yaşamı 
							tanımlamaktadır. Bu bağlamda kent yaşamı organize 
							edilmiş bir sosyal hayatı (uygarlığı) içermektedir. 
							Böylece de kent uygar insanların yaşadığı bir 
							yerleşme birimi olmaktadır.  
							
							Kentin kavramsal değişimi batı toplumlarında çok 
							eskiye uzanmaktadır. Bu toplumlardaki hızlı sosyo-ekonomik 
							değişim kent kavramında da değişimlere yol açmıştır. 
							Önceleri kent ve medine kelimeleri ile yakın 
							anlamlarda kullanılan çite, polis kelimelerinin 
							yerini bugün city, urban, bourg, ville gibi 
							kelimeler almıştır. Kentlerin 
							kavramlaştırılmasındaki bu değişimler kuşkusuz 
							kentin kavramsal içeriğinin değişiminden 
							kaynaklanmaktadır.  
							
							Kente ilişkin değişik tanımlar incelendiğinde 
							bunlardan bazılarının kentin biçimbilimsel 
							(morfolojik) özelliklerini, bazılarının kentin 
							işlevsel özelliklerini bazılarının ise kentin hem 
							biçimbilimsel hem de işlevsel özelliklerini ele 
							aldığı görülmektedir(9) Biçimbilimsel 
							tanımlamalarda kentin büyüklüğü, sur ve kaleler ile 
							çevrili bir yer olması ve demografik özellikleri ön 
							plana çıkarılmıştır. İşlevsel özelliklere göre 
							yapılan tanımlarda ise, kentin zanaat, ticaret ve 
							sanayi, hukuk, değişim ve tüketim gibi işlevsel 
							özellikleri ele alınmıştır. Kentlerin hem 
							biçimbilimsel hem de işlevsel özelliklerini ele alan 
							karma nitelikli tanımlamaların da yapıldığı 
							görülmektedir.  
							
							Gelişen toplumlarda kır-kent arasındaki yaşam 
							biçimi, sosyoekonomik yapı ve yasal düzenlemeler 
							açısından farklılıklar azaldığından kenti kavramsal 
							bir tanıma oturtma çabalarından ziyade, kentsel 
							yaşamdaki işlevsel değişmeler ve bu değişimden 
							kaynaklanan sorunlar ele alınmaktadır. Böylece de 
							kentin tanımı büyük ölçüde işlevsel bir içerik 
							kazanmaktadır. Bu gelişmeye paralel olarak
							
							
							Friedman kenti "yenilikçi merkezler" olarak ele 
							almaktadır. Ayrıca insanlar için "kentte yaşadığını 
							hissetmek" gibi bir kriterin kent tanımı için 
							yeterli olabileceği ileri sürülmektedir.  
							
							Kent Tanımında Kullanılan Ölçütler  
							
							Kent kavramındaki gelişmelerin incelenmesinden de 
							görüldüğü gibi, her dönem ve her ülke için geçerli 
							tek bir kent tanımına ulaşılması olanaksız 
							görünmektedir. Böylece de kent araştırmalarında, 
							kentlere ilişkin yönetsel ve yasal düzenlemelerde 
							kullanılmak üzere yapılan kent tanımları, genellikle 
							kenti belirleyen bazı ölçütlere göre yapılmaktadır. 
							Bu ölçütler kentin nüfus; yönetsel sınır ve yapı; 
							ekonomik ve sosyolojik belirleyici nitelikleri 
							olmaktadır.  
							
							Nüfus Ölçütüne Göre Kent Tanımı 
							
							Kentin tanımlanmasında dikkati çeken ilk ölçüt nüfus 
							büyüklüğüdür. Bu ölçüte göre yapılan 
							tanımlamalarda, nüfus büyüklüğü belirli bir düzeyi 
							aşan yerler kent kabul edilmektedir. Ancak bu 
							ölçütün kullanılmasındaki sorun, kent denilen 
							yerleşmelerdeki en küçük ve en büyük nüfus 
							miktarlarının, evrensel düzeyde ve objektif 
							kriterlere göre belirlenmesidir. En büyük kent 
							nüfusunun belirlenmesi için kullanılabilecek ve 
							evrensel olarak öne sürülebilecek ölçütler yetersiz 
							de olsa bulunabilmektedir. Ancak kentin en düşük 
							nüfus düzeyinin ne olması gerektiğini ortaya 
							koyabilecek ve evrensel düzeyde kullanılabilecek 
							ölçütler bulunmamaktadır. Bu nedenle de birçok ülke 
							kendi sosyo-ekonomik özelliklerine göre bu alt 
							sınırı belirlemektedir. Örneğin Danimarka'da 250 
							nüfuslu yerleşimlere kent denirken, Kore'de 40.000 i 
							aşan nüfuslu yerleşimlere kent adı verilmektedir.  
							
							Ülkemizde de kentlere ilişkin yönetimsel ve yasal 
							düzenlemelerin yanısıra, kentsel araştırmalardaki 
							kent tanımında da nüfus ölçütünün kullanıldığı 
							görülmektedir. 1924 tarih ve 442 sayılı Köy Yasası 
							nın   
							
							1. maddesinde kent tanımı için nüfus ölçütü 
							kullanılarak "nüfusu 2000'den aşağı yurtlara köy, 
							nüfusu 2000 ile 20.000 arasında olanlara kasaba ve 
							20.000 den çok nüfuslu olanlara da şehir denir" 
							hükmü getirilmiştir Benzer şekilde 1930 tarih ve 
							1580 sayılı Belediye Yasası nda nüfusu 2000'i aşan 
							yerlerde belediye kurulabileceği belirtilerek, kent 
							ve köy ayırımı yapılmıştır. Devlet Planlama 
							Teşkilatı ve akademik kuruluşların araştırma ve 
							çalışmalarında, genellikle nüfus ölçütünün 
							kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışmalarda 
							genellikle 10.000 nüfus büyüklüğü kent tanımı için 
							temel alınmaktadır.  
							
							2. Yönetsel Sınır ve Yapı Ölçütüne Göre Kent 
							Tanımı  
							
							Bu ölçüte göre kent, belirli bir yönetsel sınır 
							içinde kalan ve bu sınır içinde özel bir yönetimsel 
							yapıya sahip olan yerleşme yerleridir. Bu ölçütün 
							kullanımındaki sorun da evrensel düzeyde, kent için 
							yönetsel sınır ve yapılarının belirlenmesi 
							olmaktadır. Bu bağlamda da her ülke için farklı 
							büyüklük ve yapıda yönetim biçimleri ortaya 
							çıkabilmektedir. Ayrıca bu ölçüte göre yapılan kent 
							tanımı kullanıldığında, diğer kriterlere göre kent 
							niteliği taşımayan bazı yerleşmelerin de kent olarak 
							kabul edildiği görülebilmektedir. Örneğin ülkemizde 
							Devlet İstatistik Enstitüsü nün yayınlarında nüfus 
							büyüklüğü ne olursa olsun tüm il ve ilçe merkezleri 
							kent kabul edilmektedir. Bu ölçütün kullanımı 
							nüfusu çok az olan bir ilçe ile nüfusu bir milyonu 
							aşan bir kentin aynı kapsamda düşünülmesi nedeniyle 
							sakıncalar yaratmaktadır.  
							
							
							3.  Ekonomik Nitelik Ölçütüne Göre Kent Tanımı  
							
							Bu ölçüte göre kent tanımında, kentlerdeki göreceli 
							olarak ağırlıklı olan ekonomik etkinlikler temel 
							alınmaktadır. Böylece de ekonomik nitelik ölçütünde 
							kır ve kent arasındaki işlevsel farklılık ortaya 
							konmaktadır. Her iki yerleşme biçimindeki işlevsel 
							farklılık, kır ve kentteki ekonomik etkinlik 
							türlerinin kendilerine özgü birleşimlerinden 
							kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi kırda etken 
							ekonomik etkinlik tarımsal üretimdir. Kentlerde ise 
							hakim olan ekonomik etkinlik sanayi üretimidir. 
							Ayrıca kentlerde sanayinin gelişmesine ve bu kesimin 
							istemlerine paralel bir biçimde toplama, dağıtma, 
							maliye ve yönetsel işlevlerde görülmektedir. Böylece 
							de kentlerde sanayi üretimin yanısıra, tarımsal 
							nitelikli olmayan (veya kentsel nitelikli) ticaret 
							ve hizmetlere ilişkin etkinliklerde yer almaktadır. 
							Bu olgu, kent-kır ayırımına ve bu bağlamda da kent 
							tanımında evrensel düzeyde ve objektif bir ölçütün 
							kullanımına olanak sağlamaktadır.  
							
							Ekonomik nitelik ölçütüne göre kent, "....pek az 
							kimsenin tarımsal uğraşılarda bulunduğu.... 
							yerleşme birimi" olarak tanımlanabilip. Ancak kent 
							tanımında ekonomik niteliğin vurgulanması bir ön 
							koşul olmakla birlikte, yeterli olmamaktadır. Çünkü 
							kentin ekonomik niteliğinin yanısıra, bu nitelikten 
							kaynaklanan ve ayırd edici sosyolojik özellikleri de 
							bulunmaktadır. Bu nedenle tatmin edici bir kent 
							tanımında bu özelliklerin de yer alması 
							gerekmektedir. 
							
							
							4.  Sosyolojik Ölçütlere Göre Kent Tanımı  
							
							Sosyolojik kent tanımlarında hareket noktasını köy 
							ve kent toplulukları arasındaki farklılıklar 
							oluşturmaktadır. Bazı yazarlara göre kentin anlamı 
							köyün tanımından çıkarılabilir. Köy "tarım temeli 
							üzerine oturtulmuş, cemaat hayatının, nispi bir 
							kapalılığın,
							
							
							geleneksel dayanışma ve yaşam biçimlerinin 
							şekillendirildiği" bir topluluktur. Bu yaklaşımda 
							temel kavramlar cemaat ve cemiyet kavramlarıdır. Köy 
							cemaat tipi, kent ise cemiyet tipi bir topluluk 
							olmaktadır.  
							
							"Küçük veya büyük herhangi bir grubun üyeleri her 
							nerede, şu veya bu kişisel menfaati değil, fakat 
							müşterek hayatın ana şartlarını paylaşacak şekilde 
							bir arada yaşarsa..." bu topluluğa cemaat adı 
							verilmektedir. "Cemiyet ise, insan davranışını, hem 
							hürriyete kavuşturan, hem hudutlandıran, bir yandan 
							karşılıklı yardımlaşmalara imkan veren, diğer 
							taraftan gruplaşmalar ve bölünmelere yol açan, 
							değişen bir sosyal teşkilatlar ve münasebetler 
							ağıdır". 
							
							Cemiyet kavramına ilişkin tanım analiz edildiğinde 
							şu nitelikleri taşıdığı görülmektedir. 
							
							-Cemiyet bir sosyal ilişkiler ve kurumlar 
							sistemidir. 
							
							-Cemiyet'te sınırlı düzeyde yardımlaşma sözkonusudur. 
							Çünkü bu topluluklarda bölünmelere yol açabilecek 
							gruplaşmalar söz konusudur. 
							
							-Cemiyetlerde insan davranışları bir yandan 
							özgürleşirken, toplumsal denetim yoluyla da 
							sınırlanmaktadır.  
							
							-Bu topluluklarda sürekli bir değişim sözkonusu 
							olduğundan, bunlar dinamik karakterli toplumlardır. 
							
							Cemiyet biçimi toplumların bu özelliklerine karşın 
							bir grubun cemaat olabilmesi için mekan ve cemaat 
							duygusu gibi iki koşul yeterli olabilmektedir. 
							Mekan koşulu, ortak yaşamın tüm ana hatlarını 
							paylaşacak biçimde birlikte yaşama zorunluluğunu 
							ifade etmektedir. Cemaat duygusu ise, kısaca ortak 
							yaşam biçiminden haberdar olmak biçiminde 
							tanımlanabilir. Cemaat duygusu, cemiyetlerdeki "Ben 
							Şuuru" yerine "Biz Şuuru"nun yer almasına yol 
							açmaktadır.  
							
							Durkheim insan topluluklarını "basit cemiyetler" ve 
							"karmaşık cemiyetler" olmak üzere iki gruba 
							ayırmaktadır(18). Durkheim e göre basit cemiyetlerde 
							"mekanik dayanışma", karmaşık cemiyetlerde ise 
							"organik dayanışma" temel olmaktadır.  
							
							Bu ayırıma göre birinci tip cemiyet "köyü", ikinci 
							tip cemiyet ise "kenti" tanımlamaktadır. Mekanik 
							dayanışma temelli basit cemiyetler, kendi 
							kendilerine yeten ve bireyler arasında işbölümü ve 
							işlevsel uzmanlaşmanın yok edinecek kadar az olduğu 
							cemiyetlerdir. Bu cemiyetlerde dayanışma bireylerin 
							düşünce ve inanç sistemlerinin homojenliğinden 
							kaynaklanmaktadır. Toplumsal bütünlük ise, aynı adet 
							ve gelenek; aynı dini inanç ve ahlâki değerlerle 
							sağlanmaktadır. 
							
							Organik dayanışma temelli karmaşık cemiyetler artan 
							nüfus yoğunluğu ile birlikte gittikçe karmaşıklaşan 
							cemiyetlerdir. Bu tip cemiyetlerdeki karmaşıklaşma 
							zorunlu olarak işbölümü ve işlevsel işbölümüne yol 
							açmaktadır. Toplumsal ilişkiler geniş ölçüde 
							sözleşmeler yoluyla sağlanırken, toplumsal düzen ve 
							kontrolde cemiyetin birey üzerindeki formel baskısı 
							ile sağlanmaktadır. 
							
							Durkheim in yaklaşımına göre, köy ve kent arasındaki 
							temel farklılığı bu topluluklardaki dayanışma 
							biçimleri oluşturmaktadır). Bu dayanışma 
							biçimlerini ise, topluluklardaki işbölümü ve 
							işlevsel uzmanlaşma düzeyi belirlemektedir. 
							İşbölümünün az olduğu ve benzer nitelikli işleri 
							yapan insanlar arasındaki dayanışma mekanik 
							dayanışma olup, toplumsal yaşamın devamında "kollektif 
							bilinç" önemli rol oynamaktadır. İşbölümünün 
							arttığı, herkesin farklı işler yaptığı ve 
							uzmanlaşmanın geliştiği toplumlarda ise dayanışma 
							organik dayanışma niteliği kazanmaktadır. Bu 
							dayanışma türü içinde yer alan her birim kendinin 
							farklı olduğunu, ancak varlığını sürdürebilmesi 
							için diğer birimlerin var olması gerekliliğinin 
							bilincine ulaşmaktadır.  
							
							Toplumlarda organik dayanışmanın gelişmesinde 
							teknoloji etken bir rol oynamaktadır. Teknolojik 
							gelişme bir yandan doğrudan işbölümü ve uzmanlaşmayı 
							gerektirirken diğer yandan nüfusun belirli 
							merkezlerde yoğunlaşması yoluyla da tekrar işbölümü 
							ve uzmanlaşmanın gelişmesine yol açmaktadır. 
							Böylece de gelişen işbölümü ve uzmanlaşma ile 
							birlikte organik dayanışma artmaktadır. Bu bağlamda 
							organik dayanışmanın geliştiği kentler 
							"...birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde 
							bulunan ve birbirlerine sıkı işlevsel ilişkilerle 
							bağlı, uzmanlaşmış parçalardan meydana gelen 
							yerleşme merkezi bütünlükleri..." olarak 
							tanımlanabilir(20). Bu tanımlama, kentin "sıkı 
							işlevsel bütünlüğü" gibi çok önemli bir niteliğini 
							vurgulamakla birlikte, olgunun tek bir yönünü 
							açıkladığından yetersiz kalmaktadır. Kentin daha 
							ayrıntılı bir tanımına ulaşabilmek için köy ve kent 
							arasındaki belirleyici farklılıkları ortaya koymak 
							gerekmektedir.  
							
							Sorokin ve Zimmerman, köy ve kent toplulukları 
							arasındaki yaşam biçimi ve yapısal farklılıkları 
							sekiz grupta toplamaktadır. Yazarlar, köy ve kent 
							yaşam biçimleri ve yapıları arasındaki farkları 
							meslek; çevre; genişlik; yoğunluk; türdeş olma veya 
							olmama; toplumsal farklılaşma ve tabakalaşma; 
							hareketlilik; toplumsal ilişkiler sistemi 
							açılarından ele alarak incelemektedirler  
							
							
							Sanayi Kentinin Temel Özellikleri ve Tanımı  
							
							Kentlerin, tarihsel gelişim içinde incelendiğinde, 
							çeşitli dönemlerde farklı işlevleri üslendikleri 
							görülmektedir. Bu olgu nedeniyle kentler; 
							ekonomistler, coğrafyacılar, tarihçiler, 
							toplumbilimciler, kentbilimciler tarafından kendi 
							bilimsel çerçeveleri içinde çeşitli biçimlerde 
							tanımlanabilmektedir. Ancak sanayi devrimi sonrası 
							kentinin tanımlanmasında belirgin bir özelliğin ön 
							plana çıktığı görülmektedir. Bu özellik, nüfusun ve 
							etkinliklerin belirli bir alanda yoğunlaşmasını 
							yansıtan fiziksel nitelikli bir özelliktir(22). Bu 
							nedenle dar anlamıyla kentler "... nüfus yoğunluğu 
							çevredeki yerleşim yerlerinden çok fazla olan 
							yerleşim yerleri..." olarak tanımlanabilmektedir^). 
							Bu tanımlama, insanların belirli bir alanda 
							yoğunlaşması sonucu üretme etkinliklerindeki 
							çeşitlenmeyi ve tarımsal olmayan etkinliklerin 
							ağırlık kazanacağını ifade ettiğinden, kentlerin 
							üretim özelliğini de dolaylı olarak içermektedir. 
							Kentler bu iki temel özelliğin yanısıra göç olgusu 
							ile birlikte büyüklük özelliği de kazanmaktadır. 
							Çok çeşitli ekonomik etkinlik işbölümü ve 
							uzmanlaşmaya yol açarken türdeş olmayan bir sosyo-ekonomik 
							yapının belirleyicisi olmaktadır. Ancak türdeş 
							olmayan bu sosyo-ekonomik yapı içinde organik 
							dayanışma ile birlikte bir bütünleşme özelliği 
							bulunacaktır. Bu bağlamda kentlerin üretim, 
							büyüklük, yoğunluk, türdeş olmama ve bütünleşme gibi 
							kentsel mekanın özelliklerini ortaya koyan 
							ayırdedici nitelikleri olduğu söylenebilir(24).  
							
							Üretim: Daha önceki açıklamalarımızdan da bilindiği 
							gibi kentler tarımsal nitelikli olmayan üretimin 
							ağırlıklı olarak yapıldığı yerlerdir. Ayrıca kentler 
							çevredeki üretim, toplama ve dağıtma işlevlerini de 
							yüklenmişlerdir. Bu olgu kentlerde mali ve yönetsel 
							etkinliklerin çevresine de yansıyacak biçimde yer 
							almasına yol açmaktadır. Kısaca kentler üretim 
							özelliğine uygun olarak tarımsal olmayan üretimin 
							yapıldığı çevredeki tüm üretimin denetlendiği ve 
							dağıtımının koordine edildiği yerlerdir.  
							
							Büyüklük: Kentler kentleşme sürecine uygun olarak 
							kırsal kesimden kopan "fazla" nüfusun toplandığı 
							yerlerdir. Bu olgu kentlerdeki nüfus büyüklüğünün 
							diğer yerleşmelerden daha büyük olmasına yol 
							açmaktadır. Bu büyüklük düzeyi, ülkelerin 
							sosyoekonomik özelliklerinin yanısıra kentleşme 
							biçimlerine de bağlı bulunmaktadır.  
							
							Dengesiz kentleşmenin söz konusu olduğu ülkelerde 
							tek büyük kentte nüfus düzeyi olağanüstü artarken, 
							diğer kentlerde bu düzey düşük kalabilmektedir. 
							Aksine dengeli kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde 
							ise, kentlerin nüfus düzeyleri birbirlerine yakın 
							olabilmektedir.  
							
							Yoğunluk: 
							
							Bu özellik, sınırlı bir mekanda kesintisiz 
							yapılaşma ve yüksek yoğunluktaki bir yerleşmeyi 
							tanımlamaktadır. Hızla büyüyen kentlerde merkeze 
							yakın oluş ve ulaşım maliyetlerinden kaçınma isteği, 
							merkez ve merkeze yakın alanlarda daha yüksek 
							yapıların yapılmasına yol açmaktadır. Böylece dar 
							bir alanda daha fazla nüfusun yoğunlaşması söz 
							konusu olabilmektedir.  
							
							
							Türdeş Olmama: 
							
							Kenti kırdan ayıran önemli bir özellik, kırın 
							türdeş yapısına karşın, kentin türdeş olmayan bir 
							sosyoekonomik yapı sergilemesidir. Köy genellikle 
							aynı ekonomik etkinlikte bulunan bireylerden 
							oluşmuş türdeş bir topluluktur. Aynı zamanda köy 
							etkinlikler bakımından olduğu kadar, yapı, işlev, 
							inanç sistemleri ve kültür bakımından da türdeş 
							topluluklardır.  
							
							Kent çeşitli etnik grupları, meslek ve kültür 
							gruplarını, sosyoekonomik sınıfları kapsayan türdeş 
							olmayan bir topluluktur. Her biri ayrı inanç ve 
							kültüre sahip olan, ırk, etnik köken ve işlevleri 
							bakımından birbirlerinden ayrılan bireylerden 
							meydana gelmiştir. Böylece kentlerde bireyler türdeş 
							bir yapı içerisinde birbirlerinden oldukça farklı 
							davranış özellikleri geliştirmektedir.  
							
							
							Toplumsal Bütünleşme: 
							
							Sanayi kentinde bireylerin, gelişmiş işbölümü içinde 
							yer alarak kuracakları dayanışma ve bu bağlamda 
							gerçekleşecek toplumsal bütünleşme önem 
							kazanmaktadır. Kavramsal olarak toplumsal 
							bütünleşme, "...toplum içinde yer alan kurumların, 
							toplum yaşamının sürekliliğini sağlayacak işlevsel 
							denge içinde bulunmaları ve bireylerine karşılıklı 
							dayanışmayı mümkün kılacak bir işbölümü olanağı 
							sağlayarak, tüm sistemin, toplumun üyelerinin 
							bilincinde (şuurunda) meşrulaşması durumunu ifade 
							etmektedir"(25). Bu kavramlaştırma kapsamında 
							toplumsal bütünleşme, işbölümü ve kültürün 
							özümsenmesi gibi iki temel unsuru içermektedir. Bu 
							iki unsurun toplumsal bütünleşmedeki katkıları 
							toplumların farklı gelişmişlik dönemlerinde farklı 
							olabilmektedir. 
							
							İşbölümü "...değişik görev ve hizmetlerin, toplumun 
							üyeleri, kümeleri arasında karşılıklı bağımlılık 
							ilişkileri içinde bölünme süreci" olarak 
							tanımlanabilmektedir(26). Bu süreçte "karşılıklı 
							bağımlılık ilişkileri" temel olduğundan, günümüz 
							kentlerinde işbölümü toplumsal dayanışma ve 
							bütünleşmeye ortam hazırlamaktadır.  
							
							Kültür toplumdaki "bilgi, inanç, sanat, ahlak, 
							hukuk, örf ve diğer tüm yetenek ve alışkanlıkların 
							meydana getirdiği karmaşık bir bütündür"(27). Bu 
							anlamda bir yönüyle kültür insanları bireyleştirip 
							ona diğer bireylerce anlaşılabilir bir anlam 
							kazandırırken, diğer bir yönüyle de bireyleşen 
							insana "biz" duygusunu kazandırmaktadır. Bu bağlamda 
							da toplum bireyleri arasında bütünleşmeye katkıda 
							bulunan bir işlev yüklenmektedir. 
							
							Sanayi kentinde nüfusun türdeş olmama özelliği; bu 
							mekanlarda toplumsal bütünleşmede temel unsur olan 
							kültürün etkisinin ve toplumsal kontrolün azalmasına 
							yol açabilmektedir(28). Ayrıca kentlerde, ailenin 
							toplumsal kontrol işlevinin zayıflamasının yanısıra 
							akrabalık, komşuluk v.b. ilişkiler çerçevesinde 
							sürdürülen denetimin gücünün de azaldığı 
							görülmektedir. Ancak kentlerde toplumsal kontrolü 
							sağlayan iki temel gelişmenin olduğu gözlenmektedir. 
							Bunlar, toplumsal kontrol sisteminde kurumlaşma 
							(hukuk, yargı, güvenlik örgütleri v.b.) ve çalışma 
							yaşamı ile ilgili değerlerin, normların kent 
							yaşamındaki ilişkileri düzenleyen değerler ve 
							normlar sistemindeki öneminin artmasıdır. 
							
							Özetle kent yaşamında toplumsal bütünleşme, 
							bireylerin kent yaşamındaki işbölümü içinde yer 
							almalarının yanısıra bu konuma uyan ve işlevsel 
							tamamlamayı gerçekleştiren kültüre sahip olmaları 
							ile olanaklı olmaktadır. Toplumsal bütünleşmenin bu 
							iki unsurundan birinin eksikliği kentte bütünleşme 
							yerine düzensizliklere yol açabilmektedir.  
							
							Kenti açıklanan özelliklerine uygun olarak geniş bir 
							biçimde tanımlamak olanaklıdır. Buna göre kent; 
							"...tarımsal olmayan üretimin yapıldığı ve daha 
							önemlisi hem tarımsal hem de tarım dışı üretimin 
							dağıtımının kontrol fonksiyonlarının toplandığı, 
							belirli teknolojik gelişme seviyelerine göre 
							büyüklük, heterojenlik (türdeş olmama) ve 
							bütünleşme düzeylerine varmış yerleşme biçimleridir 
							    |