| 
					
					 | 
							
							
							
							 
					
					
					19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunda Ekonomik Yapı ve Dış 
					Ticaret  
							
							
							Ekonomik Yapı  
							
							19. yüzyıl, yalnızca Osmanlı’da değil, dünya çapında büyük 
							değişimlere şahit olmuştur. Özellikle sanayi 
							devrimi, teknolojiyle birlikte çok hızlı toplumsal 
							dönüşümlere yol açmıştır. Üretim eskilere nazaran 
							bir hayli artmış, artı değer üretiminin neticesi 
							olarak da tüketim alışkanlıkları değişmeye 
							başlamıştır. Söz konusu dönemde Amerika Birleşik 
							Devletleri ve batı toplumlarında meydana gelen bu 
							gelişmeler, bu toplumların günümüzde bile devam eden 
							hegemonyalarına yol açmıştır. Hiç kuşkusuz bu 
							gelişmeler aslında siyasi/ekonomik ideolojilerle iç 
							içe yaşanmıştır.  
							
							Wallerstein’ın ifadesine göre, dünyada 19. yüzyılda üç büyük siyasi 
							ideoloji -muhafazakarlık, liberalizm ve sosyalizm- 
							ortaya çıktı. Muhafazakar ideoloji, modernliğin 
							gelişine bir tepki olması ve kendisini, durumu 
							tamamen tersine çevirme ya da zararı sınırlama ve 
							yaklaşmakta olan değişiklikleri mümkün olduğunca 
							engelleme amaçlarından birisine adamıştır. 
							Liberaller ilerlemenin kaçınılmaz olsa bile, biraz 
							insan çabası olmadan, bir siyasi program olmadan 
							gerçekleşemeyeceğine inanıyorlardı. Liberaller daima 
							reformcu, yasallığı savunan ve bir ölçüde özgürlükçü 
							olan liberal devletin, özgürlüğü garanti edebilecek 
							tek devlet olduğunu iddia etmişlerdir. Katı 
							liberallere göre devleti, ekonomik yaşamın dışında 
							tutmak ve geneldeki rolünü en aza indirmek yaşamsal 
							önem taşır: “Bırakın Yapsınlar!” (Laissez-faire) 
							jandarma devlet doktrinidir. Aslında siyasi bir 
							program ve dolayısıyla bir ideoloji olarak 
							sosyalizmi liberalizmden özellikle ayıran nokta, 
							ilerlemenin gerçekleştirilmesinin büyük bir yardımcı 
							ele ihtiyaç duyduğu, bu olmaksızın çok yavaş bir 
							süreç olacağı kanaatidir.  
							
							
							Wallerstein’a göre, sol ideolojilerle sağ 
							ideolojiler, aslında aynı temelden besleniyorlardı. 
							Kimi zaman biraz farklı bir dille ifade etseler de, 
							en azından başlıca altı programda ve dünya görüşünde 
							hemfikirdiler: (1) Ulusların kendi kaderini   
							tayini   ilkesini   desteklemekteydiler;   (2)   
							tüm   devletlerin   ekonomik kalkınmasını 
							savunuyorlardı; bununla tünelin ucundaki refah ve 
							eşitlikle birlikte kentleşme, ticarileşme, 
							proleterleşme ve sanayileşmeyi de kastetmekteydiler; 
							(3) tüm insanlara eşit olarak uygulanan evrensel 
							değerlerin varlığına ilişkin bir inancı dile 
							getirmekteydiler; (4) teknolojik gelişmenin tek 
							rasyonel temeli olarak (özellikle Newtoncu 
							biçimdeki) bilimsel bilginin geçerliliğine olan 
							güvenlerini dile getirmekteydiler; (5) insanın 
							ilerlemesinin hem kaçınılmaz hem de arzu edilir 
							olduğuna ve bu ilerlemenin gerçekleşmesi için güçlü, 
							istikrarlı, merkezi devletlerin var olması 
							gerektiğine inanmaktaydılar; (6) halk yönetimine 
							-demokrasiye- inançlarını beyan ediyorlar, fakat 
							demokrasiyi aslında akılcı reform uzmanlarının temel 
							siyasi kararları almasına cevaz verilen bir durum 
							olarak tanımlıyorlardı.  
							
							Teknolojik ve endüstriyel süreçlerle iç içe gelişen kapitalist 
							üretim biçimi kendine özgü bir sınıf yapısına 
							sahiptir. Her şeyden önce tarihsel bir kategori olan 
							işçi sınıfının ortaya çıkıp gelişmesinin kaynağında 
							endüstri devrimi ve endüstrileşme süreçleri bulunur. 
							Endüstri toplumları, (1) iş gücünün önemli bir 
							çoğunluğunun ikincil ve üçüncül sektörlerde, başka 
							bir deyişle sanayide ve hizmetlerde yoğunlaştığı, 
							(2) geleneksel toplumların statik karakteri 
							karşısında verimlilik artışına yönelik dinamik bir 
							ilerleme düşüncesini içselleştirmiş bulunan, (3) 
							teknolojik yeniliklerin artış oranının daha önce 
							görülmediği derecede yüksek bir seyir izlediği 
							toplumlar olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla 
							kapitalist üretim biçimi de “manifaktür üretim” 
							tarzı döneminden “makineli üretim” tarzı dönemine 
							geçiş ile bağdaştırılabilir.  
							
							
							Ya da merkantilizm sonrası yapılanma ile de 
							açıklanabilir. Weber, merkantilizmi, dış ilişkilerde 
							sermaye birikimi açısından devletin elini 
							güçlendiren bir iktisadi politika olarak görmüştür. 
							15. ve 18. yüzyılların hakim iktisadi politikası 
							merkantilizm, ticari kapitalizm ile ticaret 
							burjuvazisinin sınıfsal gelişimini sağlama 
							şeklindeki tarihi misyonunu yerine getirerek, 19. 
							yüzyılın başında tarih sahnesinden çekilmiş; 
							merkantil politikalar ve sömürge sisteminin deniz 
							aşırı ülkelerden sağladığı yararlar, Batı Avrupa 
							ülkelerinde yoğun sermaye birikimine neden olmuş, bu 
							da sanayileşmenin itici gücünü oluşturmuştur. 
							Avrupalı tacirler aracılığıyla Afrika, Asya ve 
							Amerika'daki ticaret üzerinde kurulan ticaret 
							tekelleri döneminde, bir yandan sömürge ülkelerin 
							zenginlikleri altın, gümüş ve değerli eşya şeklinde 
							Avrupa'ya akarken; diğer yanda da meta-para 
							ilişkileri gelişmeye başlamış, kapitalist üretimin 
							gelişme ve yoğunlaşmasının başlangıcı da bu yolla 
							gerçekleşmiştir. Sanayi devrimi bu safhada, tek tek 
							Batı Avrupa ülkelerinde sanayi burjuvazisinin, 
							kapitalist sistemdeki yeni ve gelişen, dolayısıyla 
							-daha sonraki bir safhada- hakim sınıfı olacağının 
							habercisi olmuştur. Denilebilir ki 18. yüzyılda 
							yaşanan süreç, ticari sermaye ile sanayi sermayesi 
							arasındaki ilişki ve çelişkilerin gelişme ve dönüşme 
							sürecidir.  
							
							Çelişkinin 1800'lü yılların başında çözümlenmesi, merkantil 
							politikaların yerini, dünya ölçeğinde serbest dış 
							ticareti öngören “laisser faire”nin alması biçiminde 
							gerçekleşmiştir. Sanayi devrimini tamamlamış 
							İngiltere ve Fransa'nın, bu iktisadi politikadan 
							beklentileri, hammadde ve pazar sorununun 
							çözümlenmesiydi. Çevre ülkelerinde hammadde ve pazar 
							arayışı, bu soruna çözüm olmak bakımından, serbest 
							ticaretin erdemlerinin de öne çıkarılarak 
							sürdürüldüğü bir genel iktisat politikası şeklinde 
							19. yüzyıla damgasını vurmuştur.  
							
							Yani Kazgan’ın da ifade ettiğine göre, liberal iktisadi düşünce, 
							sanayi kapitalizminin bir doktrini şeklinde, ticari 
							kapitalizmin iktisadi düşüncesi olan merkantilizme 
							bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.  
							
							
							Ergin’e göre 19. yüzyıl, Osmanlı’da, yönetimde 
							değişiklikleri getirmiş ve İmparatorlukta anayasal 
							hareketler baş göstermiş ve 1839’da Tanzimat 
							Fermanı’ndan sonra 1876 Kanuni Esasi’nin kabulü, 
							ikinci meşrutiyet gibi olgular batının İmparatorluk 
							üzerindeki zorlayıcı etkileri ile tek adamlık ve 
							mutlak yönetim ilkesinin terk edilmesine neden 
							olmuştur. Ancak bir fakla, batıda siyasi 
							değişimlerin, endüstri devriminin başlangıcı ve 
							sanayileşme süreci içinde ortaya çıkan toplumsal 
							hareketler sonucu olduğu ve sınıfsal bir mücadelenin 
							sonucu olarak ortaya çıktığı halde, Osmanlı’da bu 
							hareketlerin sınıfsal bir nitelikten yoksun olduğu 
							görülmektedir.  
							
							19. yüzyıl başlarında Osmanlı ekonomisi, geleneksel yapısını 
							korumaktaydı. Yüzyıl başlarında da, geçen yüzyılda 
							olduğu gibi himayeci politikalar egemen olmuştur. İç 
							ve dış ticaret devletin gözetim ve denetimi altında 
							sürdürülebilmiş; üretim ve tüketim de esnaf 
							loncaları aracılığı ile denetlenmiştir. Ancak dış 
							ticarette kaçakçılık büyük boyutlara ulaşmış, yasal 
							yollarla yapılanlar da bilgi ve denetim yetersizliği 
							neticesinde gerekli ilerlemeyi kaydedememiştir. 
							Avrupa devletlerine tanınan ticaret 
							kolaylıklarındaki denge 18. yüzyılın başlarından 
							itibaren Osmanlı aleyhine bozulmuştu.  
							
							
							Çadırcı’nın ifadesine göre, 19. yüzyılın ortalarına 
							doğru klasik Osmanlı ekonomik zihniyeti de yavaş 
							yavaş değişmeye, liberalizme doğru yol almaya 
							başladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen her alanda, 
							bu yüzyılda geçirdiği değişimin yönünü, büyük ölçüde 
							uluslararası ekonomi belirlemiştir. Başta Batı 
							Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere 
							dünya ekonomisi bu yüzyılda çok büyük bir ilerleme 
							kaydetmiştir. Kol gücü yerine buhar gücünün 
							kullanılmaya başlaması ve teknolojik ilerlemelerle 
							üretimde büyük artışlar elde edilmiştir. Tarım ve 
							hayvancılıkta da teknolojiden yararlanılmaya 
							başlanmıştır  
							
							19. yüzyıl batı dünyasına bakıldığında sanayi, tarım ve ulaşım 
							alanlarında büyük ilerlemeler olduğu görülmektedir. 
							Sanayide yeni makineler icat edilmiştir. Yeni tip 
							matbaa makinelerinin icadı, giyim sanayisinde çığır 
							açan dikiş makinesi, inşaat alanında demir, metal 
							iskelet ve kiriş kullanılması, ağaç işleme 
							sanayiinin gelişmesi, makine yapımının mekanik 
							usullerle gerçekleşmesi, vs. Tarım alanında da tabii 
							ve kimyasal gübrenin kullanılmasıyla birim alan 
							üzerinde randıman yükselmiş, ekin, hasat ve harman 
							gibi büyük tarımsal faaliyetlerde elverişli 
							makineler icat edilmiştir. Ulaştırma alanında da 
							demiryolları ve deniz nakliyatını mümkün kılan 
							gelişmeler yaşanmıştır.  
							
							Dünya ticareti bu yüzyılda reel fiyatlara göre 50 kat artarak büyük 
							bir şekilde genişledi. Sınai verimlilikteki büyük 
							artışlar, mamul malların fiyatlarını devamlı surette 
							düşürdü ve yaygın bir fiyat deflasyonuna sebep oldu. 
							Fiyat bakımından 19. yüzyıl bir deflasyon çağıydı. 
							Fiyatlar genel olarak %50 oranında düştü. 
							Sanayileşmemiş ülkelerde eşya fiyatlarının ve dış 
							ticaret hadlerinin (ihraç/ithal fiyat oranı) düşmesi 
							ve harici sermeye akımlarının kesilmesi ciddi mali 
							istikrarsızlıklara yol açtı. 1880 yıllarına kadar 
							Avrupa, Osmanlı topraklarında çok az yatırım yaptı. 
							Yatırımların en büyük kısmı dış ticaretle meşgul 
							olan işletmelerdeydi. Demiryolları için yapılan 
							yatırımlar, yabancı sermayenin belki üçte ikisini 
							teşkil ediyordu: %10 limanlara ve kamu servislerine 
							vakfedildi. 1840 ile 1913 yılları arasında kişi 
							başına Osmanlı ihracatı “kişi başına dünya ticareti 
							ve kişi başına merkez-çevre ticaretinin” büyüme 
							oranınkinden çok daha yavaş arttı. 1850’den sonra 
							Osmanlı İmparatorluğunun ticaretinin gelişmesi, 
							sanayileşmiş ülkelerin ve hatta tropik diye 
							adlandırılan ülkelerinkinin bile gerisinde kaldı.  
							
							
							Sanayi ve çalışma durumlarına bakıldığı takdirde, iş 
							hayatını düzenleyen ve dengeleyen kuruluş olan 
							loncalar, güçlü bir gelenek ve disiplini ifade 
							etmekle beraber bir çeşit “tekel” anlamına da 
							geldiği söylenebilir. İşçiler, ustalarla çalışıp, 
							onların gösterdikleri şekilde iş yapmakla yükümlü 
							bulunuyorlardı. Ustalık kolay elde edilmiyordu. 
							Bundan ötürü üretme yöntem ve kurallarını 
							değiştirmek ya da düşünmek olanaksızdı. Bu durumun, 
							Osmanlı sanayisinin de yıllarca geleneksel yapısını 
							korumasında önemli bir etken olduğu ifade 
							edilmektedir.  
							
							Engelhardt, endüstriyel üretim sürecine geçişi makine gücüne 
							bağlayarak, bu ekonomik reformun Osmanlı’da 
							eksikliğinden dolayı, kısa süre içinde el tezgahı 
							üretimi iflas etmiş, yerine makineleşme 
							getirilemediği için de ülke, batı kapitalizminin 
							pençesine düşmüştür. Antlaşmalarla yabancılara 
							tanınan ayrıcalıklar ve yüklü dış borç tutarları da 
							ödenemez hale gelmiştir.  
							
							19. yüzyıldaki Osmanlı ekonomisini kavrayabilmek için mali yapıya 
							değinmek gerekmektedir. Osmanlı maliyesinde 
							yenileşme çabaları, II. Mahmut zamanında görülmüş, 
							Tanzimat sonrası uygulanacak yeni vergi için gerekli 
							tahrir çalışmaları başlamıştır. Tanzimat dönemi 
							(1839-1876) boyunca, mali idarede, bütçe ve mali 
							hukuk alanında, devlet gelir ve giderlerinin tür ve 
							niteliklerinde batı etkisinde düzenlemeler 
							yapılmıştır. 1840’da da Meclis-i Muhasebe-i Maliye 
							kurulmuştur.160 Bu kuruluş, vergilerin 
							yeniden tespiti, tahsilinin sağlanması, 
							anlaşmazlıkların önlenmesi amacıyla kurulmuştur.  
							
							Güran’a göre, sağlam bir bürokratik temele sahip olan Osmanlı mali 
							idaresinin Tanzimat’la birlikte kazandığı yeni 
							eğilim ve arayışların en belirgin sonuçlarından 
							birisi de, mali sistemin temelini oluşturan modern 
							bir bütçe geleneğinin doğmasıdır.  
							
							Bütçe kavramından tam olarak neyin kastedildiği konusunda farklı 
							farklı görüşler mevcuttur. Ancak, Tanzimat dönemi 
							mali yapıda da yoğun reformların yaşandığı bir dönem 
							olduğu için Tanzimat’la birlikte bütçeler ilk kez 
							hukuki bir metin niteliği arz etmiştir.  
							
							
							19. yüzyıl bir önceki bölümde de değinildiği üzere, 
							Osmanlı’da yoğun savaş ve isyanlar dönemidir. 
							Dolayısıyla, ağır savaş ve isyanların mali yapıya 
							getirdiği yük de göz ardı edilmemelidir. 1812 
							yılında Bükreş ve 1829 Edirne Antlaşması 
							imzalanmasıyla sona eren savaşlar, Mısır valisi 
							Mehmet Ali İsyanı sonucu Mısır’ın elden çıkması 
							dolayısıyla yoksun kalınan gelir ve savaş yükü, 
							1853-1856 yıllarındaki Kırım Savaşı, 1877-1878 
							Osmanlı-Rus savaşı gibi bir çok savaş ve isyan, 
							Osmanlı maliyesine çok derin yükler getirmiştir.  
							
							19. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı yönetimi, giderek daha da büyüyen 
							savunma problemlerinin çözümlenmesinde yeni 
							arayışlara girdi. Yeni ve modern bir ordu kurma 
							gayretleri, merkezi hazinenin gelir ihtiyacını daha 
							da arttırmıştır. Acil gelir ihtiyacını geleneksel 
							mali yapıda çözmeye çalışan yönetim, müsadere, 
							tağşiş, miri mubayaa ve ticari tekeller oluşturma 
							gibi kısa dönemde merkezi hazineye bol gelir 
							sağlayabilecek, uygulaması kolay mali kaynak yaratma 
							yöntemlerine başvurdu. Ancak bu uygulamalar, uzun 
							dönemde başta tarım olmak üzere, ticaret ve sanayi 
							ile ilgili grupları olumsuz etkileyerek, üretim 
							faaliyetlerinden büyük ölçüde koparmıştır.  
							
							II. Mahmut döneminde, yeni altın ve gümüş paralar tedavüle 
							çıkarılmıştır. Hazine kaynaklarının dönem içinde 
							gittikçe yetersiz kalıp azalması nedeniyle de 
							tedavüle çıkarılan paralar tağşiş edildi. Uygulama 
							ile tüccar kesiminin, güveni sarsılmış; bu da 
							enflasyonist bir etki yaratarak uzun dönemde 
							sakıncalı olmuştur.  
							
							
							Bu çerçevede, Tanzimat’la yeni bir teşkilatlanma ve 
							yeni bir mali sistemi ülke düzeyinde uygulamak 
							amaçlanmışsa da, ülkenin bazı uzak bölgelerinde bu 
							yeni sistemin hemen yürürlüğe girmesi mümkün 
							değildi. Tanzimat öncesinde, Osmanlılarda devlet 
							işlerinin görüşüldüğü en üst kuruluş Divan-ı Hümayun 
							idi. Divan, II. Mahmut döneminde kaldırılmıştır. 
							Yerini, bakanlar kurulu sayılabilecek olan Meclis-i 
							Vükela veya Meclis-i Has aldı. Aynı şekilde Divan 
							üyeliklerini oluşturan birimlerin yerini, Meclis-i 
							Vükela üyeleri olarak, Avrupa örneğine göre kurulan 
							nezaretlerin başında bulunan nazırlar aldı. Hariciye 
							Nezareti ve Dahiliye Nezareti gibi Maliye Nezareti 
							de ilk kurulan nezaretler arasındadır. Tanzimat’ın 
							ilk yıllarında 8 muhasebe ve 8 kalem olarak kurulan 
							Maliye Nezareti teşkilatı, bazı küçük 
							değişikliklerle devam etmiştir. Taşra mali 
							idaresinde yapılan ilk ve önemli bir yenilik 
							muhassıl denilen memurlukların kuruluşudur. 1840 
							yılı başlarında Tanzimat’ın uygulandığı tüm 
							bölgelere muhassıl ünvanıyla yeni memurlar    
							gönderilmiştir.    Ancak    Şener’e    göre    
							muhassıllar    çok    başarılı olamamışlardır. 
							İltizamın kaldırılmasıyla kazanç kapıları kapanan 
							esnaf ve mültezimler ile vergi muafiyetlerinden 
							memnun olmayan kimseler bu duruma yol açmışlardır. 
							Bunun üzerine muhassıllık kaldırılarak, bunların 
							yetki ve görevleri eyalet valilerinin yetkileri 
							genişletilerek mülki idare amirlerine verilmiştir. 
							Bunun üzerine, hesap işlerinin yürütülmesi için 
							gereği kadar katip ve her eyalete bir muhasebeci 
							tayin edilmiştir. Ancak 1864 sonrasında eyalet 
							düzeninde yapılan reformlarla vilayetler sancaklara, 
							sancaklar kazalara, kazalar nahiyelere, nahiyeler de 
							köylere ayrılmıştır. Bunun sonucunda da 
							muhasebecilikler kaldırılarak yerini defterdarlar 
							almıştır.  
							
							Tanzimat yöneticilerinin devlet gelirleriyle ilgili temel hedefi, 
							ödeme gücünü dikkate almayan geleneksel vergi 
							sistemi yerine doğrudan geliri ve serveti 
							vergilendiren, istisna ve muafiyetlere yer vermeden 
							ödeme gücü olan herkesi vergi yükümlüsü haline 
							getiren bir mali sistem oluşturmaktı. Tanzimat 
							yönetiminin başlattığı bu reform süreci, daha sonra 
							II. Abdülhamit ve İttihat ve Terakki dönemlerinde de 
							devam etmiştir.  
							
							1860  yılında bir düzenlemeye gidilmiştir. Emlak ve temettü 
							vergileri getirilerek, bina ve arazilerin değerleri 
							üzerinden binde 4, ayrıca kira geliri olanların 
							yıllık gelirinden de ek olarak yüzde 4 vergi 
							alınacaktır. Temettü ise, tüccar ve esnafın yıllık 
							geliri üzerinden yüzde 3 olarak alınan bir vergi 
							türüdür. Aşar tarım ürünlerinin onda biri oranında 
							alınacak, koyun ve keçiler üzerinden alınan ağnam 
							resmi ise hayvan varlığı değil, gelir üzerinden 
							alınan bir vergi türüne dönüştürülecektir.  
							
							
							1861 yılında, İhracattan alınan gümrük %8’e 
							indirilerek her yıl %1 kısıntı ile 7 yıl sonunda 
							%1’de sabit kalması kararlaştırılmıştır. İthalatta 
							%5 olan oran %8’e çıkarıldı ve söz konusu mal 6 ay 
							içinde satılamadığı takdirde tekrar yurt dışına 
							çıkarılacak olursa transit malı sayılarak, alınan 
							ithalat vergisinin %7’sinin iadesine hükmedildi. 
							Transit vergisi ise %7 olarak kararlaştırılıp, 8 yıl 
							içinde %1’de sabit tutulmak kaydı getirilmiştir.169 
							Transit vergiler de 1874 yılından it ibaren tümüyle 
							kaldırılmıştır.  
							
							Tahsil edilen cizye vergileri, 1856 Islahat Fermanı ile 
							gayrimüslimlerin de Müslümanlarla eşit askere 
							gitmesi hükmü kabul edildiğinden kaldırılıp; 
							gayrimüslimlerin de askere gitmesi uygun 
							görülmediğinden yerine askerlik bedeli 
							getirilmiştir. Buna göre, her askerlik yükümlüsü 
							için 5.000 kuruşluk bir bedel alınması öngörülmüş, 
							bu vesileyle toplam 62.500.000 kuruşluk bedel 
							ödenmesi gerekmiştir. Bu miktar da cizye 
							uygulamasından sağlanan gelirle hemen hemen aynı 
							idi.  
							
							Diğer önemli gelir kaynakları da Mısır’dan alınan maktu vergidir. 
							1840’lı yılarda 40 milyon kuruş olan bu vergi, 
							1866-1867 mali yılından itibaren 75 milyon kuruşa 
							yükseltilmiştir. Mısır dışında Eflak, Boğdan, 
							Sırbistan, Sisam ve Aynaroz uzun bir dönem vergi 
							ödemişlerdir. Bu gelir kalemlerinin dışında bir de 
							çeşitli mülklerin kiralanmasından, satışından, maden 
							ve ormanlardan, balık avından, mahkeme harçlarından, 
							çeşitli sözleşmelerin kaydedildiği kıymetli 
							evraklardan, devlet işletmelerinden, vb. oluşuyordu. 
							Devlet giderleri ise savunma, idari harcamalar, 
							idari birimlerin memur maaşları, vb.’den oluşuyordu. 
							Zamanla bu harcamalara eğitim, sağlık, ulaşım, 
							haberleşme, sosyal yardım gibi kalemler de 
							ekleniyordu. 
							
							
							
							
							
							   |