DEVLET
HAZİNESİ VE BÜTÇELER
- İMPARATORLUK MERKEZİ BÜTÇESİ
Klasik
İslam'da bir köylünün gelirinin azamı üçte birinin
devlet hazinesi için vergilendirilebileceğine, üçte
birinin toprağı ekip biçme faaliyetinin idamesine ve
üçte birinin de kendisi ve ailesinin beslenmesine
hasredilmesi gerektiğine inanılırdı. Osmanlı
devletinin günümüze kadar gelebilmiş olan
gelir-gider bilançolarının en eskisi, 1475 yılına
aittir. Bu bilançoların asıl amacı, geriye herhangi
bir fazla kalıp kalmadığını saptamaktı. Ortada bir
fazla varsa, iç hazineye alınırdı. Zira aslında,
Osmanlı öncesi Orta Doğu devletlerinde olduğu gibi
Osmanlılarda da iki ayrı hazine vardı: doğrudan
doğruya hükümdarın kontrolü altında, iç sarayda
bulundurulan hazine; bir de, veziriazam ile
defterdarın ortak denetimi altında, hükümet
dairelerinde (divan'da) bulundurulan cari hazine.
Bunların yanısıra, hükümdarın hazinesine herhangi
bir fazla aktarıp aktarmadıklarını görmek amacıyla,
belirli bazı beyler beylik veya eyaletler için ayrı
ayrı bilançolar da çıkarılırdı. Doğulu bir hükümdar
için temel sorun, güç ve iktidarın dayanağı olarak
elinin altında dolu bir hazinenin varlığıydı.
Osmanlı devlet adamları açısından bir "bütçe"nin
sağlıklı olması, harcamalar çıktıktan sonra geriye
bir fazla kalması, dolayısıyla da sultanın
hazinesinden maaş alanların gelirleri konusunda
herhangi bir endişeye mahal olmaması demekti.
Sonuçta, her türlü bütçe fazlası, ganimetten
sultanın aldığı pay gibi olağanüstü gelirler,
hediyeler ve müsadere edilen servetler (muhallefat),
saray hazinesine alınırdı. Dolayısıyla da bu
hazinede yalnız nakit para değil, mücevherat,
kıymetli kumaşlar ve elbiseler, altın ve gümüş
kupalar ya da çekmeceler gibi nesneler de bulunurdu.
iç hazine ya da saray hazinesi, asıl carı hazine
için bir rezerv bankası gibi çalışırdı. Gelir
sıkıntısı çekilen dönemlerde sultanın onayıyla iç
hazineden veziriâzam'a borç verilir, başvezir de bu
borcun ödeneceğini yazılı olarak, kendi imzasıyla
üzerine alırdı.
Bu bütçeler ekonominin genel durumunun oldukça
güvenilir bir göstergesidir. Venedikli gözlemcilerin
tahminlerine göre, 1433 ile 1522 arasında Osmanlı
devletinin toplam geliri, şüphesiz timar gelirleri
hariç olmak üzere, 3 milyon düka altını
civarındaydı. Buna karşılık, Andrea Gritti'nin 1503
yılı için 5 milyon düka altını tahmini, herhalde
tımar gelirlerini de kapsıyordu. I. Selim döneminde
Küçük Asya'nın doğusu ile Arap diyarlarının da ilhak
edilmesinin ardından, merkezi hazine girişinin 4.5
milyon düka altını dolaylarına, 1527-1603 döneminde
ise 7 veya 8 milyon düka altını düzeyine çıktığı
anlaşılmaktadır. Venediklilerin resmı Osmanlı
kaynaklarına ulaşabilmiş olmalarına karşın,
tahminlerinde büyük tutarsızlıklar söz konusudur. i.
Süleyman'ın saltanat dönemi için öne sürülen 12 ila
15 milyon düka altını gibi yüksek rakamlar, merkezi
hazine mevcudunun yanısıra mutlaka timar gelirlerini
de kapsıyor olmalıdır. Bu gözlemcilerden Zeno (1524
ve 1530), Barbarigo (1558) ve Donini (1561) gibi
bazıları, toplam harcama miktarlarını da
verdiklerinden, 1524-61 döneminde Osmanlı
bütçelerinin pozitif bir bilanço gösterdiği sonucu
çıkmaktadır.
Elimizdeki en erken resmi Osmanlı bilançosu 1527-8
yılına, daha doğrusu 21 Mart 1527 ile 20 Mart 1528
arasına aittir. Bu resmi kaynakta görülen, merkezi
hazine için 5 milyon ve (imar gelirleri için de 3.6
milyon düka altını rakamları, İstanbul'da bailo
(elçi) olarak görev yapan Venediklilerin verdiği
rakamları bir ölçüde tutmakta, en yakın olarak da
Trevisano'nun (1554) tahminine oturmaktadır.
Başlangıçta, devlete ait vakıf ve mülk gelirlerinin
carı devlet bütçesine dahil edilemediğini, oysa
köprü, imaret, pazarpanayır, kervansaray ve hastane
yapım ve bakım işleri gibi bir yığın kamu hizmetinin
düzenli olarak vakıflarca karşılandığını
kaydetmeliyiz; devlet arazisinden mülk'e
dönüştürülmüş olan topraklara gelince, bunların
büyük kısmının, iki başlı mülkiyet sistemi uyarınca,
sultanın ordusuna asker beslemekle yükümlü
tutulduğunu da unutmamak gerekir.
1566'da cari hazine girişinin 8 milyon altın
olduğunu tahmin eden Lybyer, 1913 itibariyle 70
milyon ABD dolarının altında hesapladığı bu rakamın,
"bu kadar büyük bir imparatorluk için fazla yüksek
bir meblağ olmadığını" söylemektedir. Buna,
Lybyer'in merkezi bütçenin muhtemelen iki katı
olarak düşündüğü (imar ve vakıf gelirlerini
eklediğimizde dahi, Osmanlı devlet gelirleri hayli
alçak gözüküyor. Karşılaştırma amacıyla verdiğimiz
bu dönemin bazı Avrupa devletlerinin gelirlerini
yansıtmaktadır.
Bölgeleri birbiriyle karşılaştırdığımızda en yüksek
geliri 198 milyon akçe ile (Dalmaçya ve bazı Yunan
iskeleleri hariç, Kırım'daki bazı Kuzey Karadeniz
yöreleri dahil olmak üzere, Tuna ve Sava
nehirlerinin güneyindeki Bal kan topraklarını
kapsayan) Rumeli beylerbeyiliğinin sağladığını
görüyoruz. Mısır ile Suriye'nin geliri birlikte
hesaplandığında, 187 milyon akçe ile Rumeli'nin
hemen arkasından ikinci sırada, Küçük Asya] 52
milyon akçe ile üçüncü sırada gelmektedir. Ancak
Arap diyarlarının, gelirlerinin yaklaşık üçte ikisi
kadar bir fazla vermesine karşılık, imparatorluğun
Rumeli ve Anadolu'da çekirdek bölgelerinin bütçe
açığı yüzde 10'u buluyordu