KÖYLÜNÜN VERGİLENDİRİLMESİ 

Özellikle Asya imparatorluklarında vergilendirmenin ekonomi üzerinde belirleyici bir etkisi vardı ve kırsal toplumda kişisel statünün temeliydi. Sultan adına çıkarılan kanunnamelerde, emek hizmetlerinin, yani angaryaların ya da nakdi karşılıklarının, köylülerin yani reaya'nın "köle" (kul) veya "bağımlı tebaa" statüsü ile bağlantılı olarak yorumlanması, ilginçtir. İslam hukukunda böyle bir vergilendirme ilkesi olmadığından, "meşru vergiler" diye tanımlanan İslami vergilerden farklı olarak bu tür vergiler, "geleneksel," daha doğru bir deyimle de "sultanı" veya “devletten kaynaklanan" (örfi) vergiler kategorisini oluşturuyordu. "Resimler" (rüsum) olarak da bilinen sultanı veya "örfi" vergiler, para cezaları, gelin-gerdek resimleri, ya da hukuki muamelat resimleri gibi ödemeleri içeriyordu. 

Başlangıçta, örfi-sultanı vergiler, fethedilen halkların Osmanlı öncesi düzenlerde ödeye geldikleri vergilerden ibaretti. Sorup soruşturmak ve Osmanlı öncesi kanunlar ile defterlerden yararlanmak suretiyle Osmanlılar, kendi rejimlerine açıkça aykırı olanlar hariç, bütün bu tür vergileri sürdürmeye özel bir önem veriyorlardı. Çift resmi sisteminde görüldüğü gibi, bu vergilerden birçoğu, köylülerin yerel bey veya lordlarına olan feodal angarya (emek hizmetleri) yükümlülüklerinin parasal karşılıklarını ifade ediyordu.2 Bu yolla Osmanlı öncesi Bizans'a veya Balkan devletlerine ait vergilerden, emek hizmetlerinden veya örfi rüsumdan çoğu, rüsum-i örfiyye ya da teklif-i Örfiyye adı altında Osmanlı vergi sistemi içinde özümlenmişti. Bu gibi vergiler açısından Osmanlıların genel politikası, gerek yerel beylere ve gerekse devlet yetkililerine ait angarya emek hizmetleri ile örfi resimleri nakde çevirmekti. Bu, Balkanlarda yerel feodal beylerin yerini alan merkeziyetçi bir imparatorluk için gerekli bir politikaydı. Ancak ekonomik gelişme düzeyinin geriliği sonucu, bir kısım emek hizmetlerinin, özellikle de sipahİ'ye bir ev yapmak, sipahinin öşrünü ambarımı veya en yakın pazar yerine taşımak, otunu biçmek ve ambarlamak, samanını ve yakacak odununu temin etmek, nihayet doğrudan sipahinin kullanımına tahsis edilmiş arazi üzerinde angarya çalışmak gibi hizmetlerin ister istemez muhafaza edildiğini de unutmamak gerekir. Osmanlı öncesine ait feodal uygulamalardan devralınan bütün bu emek hizmetleri, askerı sınıf mensuplarını askerı olmayan uğraşılardan kurtarmak için zorunlu görülen angaryalar olarak Osmanlı rejiminde de sürüp gidecektir. 

Bu hizmetlerin hepsine birden, kulluk denirdi. Bu bir kul'un mensubu olarak, daha doğrusu, Osmanlılarda reaya köylüsü köleleştirilmiş sayılmadığından, bir "bağımlı köylü" tipi olarak kul'un yükümlü olduğu resimler anlamına gelir. Bununla birlikte, sipahilerin köyde oturup toprak tasarrufu ve vergi tahsilatını bilfiil kontrol ettiği Osmanlı timar rejimi, feodal bir toplumun ana çizgilerini taşıyordu. Bu rejimin Batı tipi bir feodalizmden başlıca farkı, devletin köylü ile askeri sınıfın yerel mensupları arasındaki bütün kişisel bağımlılıkları ilga etmiş olması sonucu, toprak tasarruf haklarının, vergilerin ve sipahiler ile köylüler arasındaki ilişkilerin hep yalnızca sultanın kanunları çerçevesinde düzenlenip merkeziyetçi bir' bürokrasi tarafından sıkı sıkıya denetlenmesi noktasında düğümleniyordu Öte yandan, Osmanlılardan önce, Latin milletlerin egemen olduğu bölgeler bir yana bırakılırsa, Bizans ile Balkanların o zayıf düşmüş devletlerinde de merkezı bürokrasiler, feodalleşme sürecine direnmeye çabalıyordu Öyle veya böyle, yerel örf ve adetlerden kaynaklandıkları içindir ki devlet, bu vergilerin çoğunu alıkoyup timar sahiplerine tahsis etmekteydi. Kural olarak aynen tahsil edilmesi gereken ve kırsal vergi gelirlerinin en az yarısını kapsayan öşür de tabii timar da dahildi. Buna karşılık, köylerinden uzak kalacakları sefer mevsimi boyunca yanlarında mümkün olduğu kadar çok para olmasını isteyen timar sahipleri, özelIikle tahıl fiyatları düştüğünde defterde kayıtlı miktardaöşÜrtlerini nakit olarak toplamayı tercih ederlerdi. Sonuçta, timar gelirlerinin yaklaşık yarısı nakit, yarısı da ürün olarak (aynen) toplanırdı. Dolayısıyla köylünün ürün fazlasını ya kasabaya veya kırsal alanda belli aralarla kurulan pazarlara götürüp paraya çevirmesi gerekirdi ki, bu da köyekonomisi açısından bu tür pazarların hayatı bir önem kazanması demekti. Gene bu açıdan küçük köy tefecilerinin rolü de çok önemliydi. Üzüm veya kolayca paraya çevrilebilen başka bitkiler yetiştirmeye olanak veren yörelerde, nakit elde etmek şüphesiz daha kolaydı. 1520-80 döneminde Anadolu'daki yerel pazarların sayısı önemli ölçüde arttı; bazı bölgelerde bunlar önemli merkezler haline geldi. Herhalde bu gelişme, imparatorluğun tahrir defterlerinde gözlenen genel ekonomik ve demografik gelişme ile doğrudan bağlantılıydı. Ama yerel kadı sicilIerinin gösterdiği gi bi4, bu dönemde bile sipahilerle köylüler, vergi miktarları, vergilerin toplanma tarzı konusunda, toprak tasarrufu, tapu ve tapu transferleri konusunda sürekli çatışma halindeydiler. Anlaşılan sipahiler, kendi çiftlik, çayır veya bağları için daha fazla emek hizmeti (angarya) talep ediyor ve taşıma işlerinde köylülerin koşum hayvanlarını kullanmaya, ayrıca kanundışı tapu transferleri yoluyla fazla gelir sızdırmaya çalışıyor; buna karşılık köylüler de daha az vergi ödemek ve sipahi yararına daha az çalışmak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı. Sultanın çıkarttığı kanunnameler iki tarafın karşılıklı yükümlülüklerini belirlemek suretiyle bu çatışmayı yumuşatmayı amaçlamakta; yerel kadı mahkemeleri söz konusu hükümlerin hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynamaktaydı.Ancak 1590'larda Anadolu'yu saran büyük bunalım sırasında, bu mekanizmanın toptan çöktüğünü görüyoruz.

Sipahiler, mevcut vergi sistemini doğrudan hiçe saymaktansa, fazladan talep ettikleri alıntıları fetih öncesinin örf ve adet ödemeleriyle açıklamak gibi meşrulaştırıcı yöntemlere başvuruyorlardı. Birçok örnekte yönetimin, bu tür örfi tahsilatın Osmanlı rejimiyle birlikte ilga edilmiş, ya da yerlerini yeni Osmanlı vergilerine bırakmış olduğunu ileri sürmesi faydasızdı. Bir süre sonra sipahiler, eski resimleri yeniden canlandırmak suretiyle fiilen çifte vergilendirmeyi gerçekleştiriyorlardı. Eski timar sahibine zaten ödenmiş olan vergi ve emek hizmetlerinin yeni timar sahibi tarafından tekrar istenmesi de, çifte vergilendirmeye yol açabiliyordu. Bu gibi yolsuzlukları önlemek amacıyla, daha sonra yapılan düzenlemelerde her bir verginin tam ne zaman tahsil edileceğinin de belirtilmesi yoluna gidildi. Ama daha on beşinci yüzyılın halk rivayetlerinde, devletin olağanüstü salma ve angaryaları ile malı bürokrasinin açgözlülüğü şiddetle eleştirilmekteydi. Bir örnekte şöyle deniyordu: "Devlet bayındırlık işleri için halktan para toplar, sonra da zorla seferber edilen işçi ve taşçıların ya ücretlerini kısar, ya da büsbütün bedavaya çalıştırırlar. Doğaldır bu; zira sultanın maliyesi artık doymak bilmez tefeci tüccar takımının [bu bağlamda: mültezimlerin] elindedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anasayfa - İktisat - Makale - Ekonomi - Borsa - İstatistik - Türkiye Ekonomisi - Ekonomi Sözlüğü

Since 2005