RESMİ MAKAMLARIN DEVLETÇE SATIŞI, PEŞKEŞ VE RÜŞVET
1596
tarihli Relazionesinde İstanbul'daki Venedik
bailo'su Malipiero, Osmanlı Devleti'ne layiha sunan,
Koçi Bey gibi yazarları teyit ederek, en yüksek
devlet görevlerine ancak veziriazamlık için 80.000,
defterdarlık için 40-50.000 altın gibi muazzam
rüşvetlerle gelinebileceğini vurguluyordu.\ Bir kere
mevki sahibi olduktan sonra, verdikleri rüşvetin
karşılığını başka önemli tayinler için kendileri
rüşvet alarak çıkartıyor, dolayısıyla bütün devlet
görevlileri bu rüşvet zincirinin bir parçası haline
geliyordu.2 Bu uygulama o kadar olağanlaşmıştı ki,
olanca safiyetiyle Evliya Çelebi, bir kadı'nın
geliri için, biri rüşvetler dahil biri de rüşvetler
hariç olmak üzere iki ayrı rakam verebiliyordu.3
Sistemin en altında ise, vergi yükümlüleriyle
doğrudan temas içinde olan görevliler, bir hediye
veya hizmet bedeli adı altında fazladan para
sızdırmak için her çareye başvuruyorlardı. Üstelik,
halka sunduğu hizmet karşılığı küçük bir ücret almak
herhangi bir devlet görevlisinin kanuni hakkıydı da.
Cizye tahsildarları ve hatta kadılar, bu tür
ücretleri düzenli olarak alıyorlardı. Başkaları ise,
en azından bir hediye yahut bahşiş bekliyordu.
Suistimalleri önlemek için çıkartılan kısıtlayıcı
yönetmelikler, ya bu tür kişisel ödemeler için bir
tarife saptıyor, ya da bunları kamu gelirine
dönüştürüp her türlü kişisel ücreti yasaklama yoluna
gidiyordu.
Batı monarşilerinde de olduğu gibi, rüşvet ve makam
satışı kamu yönetiminin bir parçası ve kamu
gelirleri için önemli bir kaynak haline gelmişti.
Osmanlı İmparatorluğu'nda mevkilerin en yüksek
teklifi verenlere satılması on yedinci yüzyılda
iyice yaygınlaştı. Böylece, mevki satışı bir çeşit
iltizam gibi telakki edilir oldu ve zamanla beyler
beyilikleri ya da eyalet valiliklerini, hatta timar
sahipliğini kapsamına aldı. Bütün bu davranış
biçimlerinin ardındaki zihniyeti,. otoritenin
patrimonyal karakteri biçimlendiriyordu. Otorite,
hükümdara mahsus bir şey; kamu hizmeti de bir
ayrıcalık sayılmaktaydı. Hükümdar veya hükümdarın
bazı yetkilerini devrettiği temsilciler dahil
otorite sahibi olan herkes, resmi mevkiini pazarlığa
tabi bir maddi kazanç kapısı gibi görüyordu Osmanlı
devleti açısından bu ilke, kişisel hizmet
bedellerinin yasal bir hak olarak tanındığı ilk
dönemlerden beri mevcuttu. Rüşvet, yalnızca
hükümdarın dolaysız çıkarları tehlikeye girdiğinde,
suç kabul ediliyordu. Bu çok ince ayırımlar
karşısında devlet görevlileri, yaptıklarının son
tahlilde hükümdarın hazinesine yarayacağı inancı
veya gerekçesiyle, iltimas verip kazanç elde etmede
kendilerini serbest hissediyorlardı. Kaldı ki, "bir
madunun hürmet ve bağlılık nişanesi olarak mafevkine
takdim ettiği hediye(1er)" olarak pişkeş de, Osmanlı
İmparatorluğu'nda çok yaygın bir uygulama alanı
bulmuştu. Vezirler, beylerbeyiler ve Hıristiyan
cemaatlerinin reisleri, patrikler dahil bütün ileri
gelenler, sultana miktarı yönetmeliklerle saptanan
birer pişkeş sunmak zorundaydılar. Atandıkları
mevkideki yetkilerini resmen başlatan hükümdarlık
beratını aldıkları anda, örneğin Rumeli
beylerbeyinin 10.000 akçe, Rum Ortodoks Patriği'nin
(onyedinci yüzyıl ortasında) 20.000 guruş vermesi
usuldendi. Daha aşağı kademelerdeki görevlilerin
berat bedeli olarak ödediği sabit miktarlar da
hazine için hatırı sayılır bir gelir kalemi
oluştururdu. Sultan ise, yüksek ricalin pişkeşlerine,
her birine bir kaftan, zengin koşum takımlarıyla bir
at, bir kürk veya bir kılıç ihsan etmek suretiyle
karşılık verirdi. Bu, hem onlara devrettiği
yetkileri simgesi, hem de yaptıkları pişkeş
harcamasının kısmen karşı ödemesi anlamına gelirdi.
Eski İran kökenli bir adet olarak hediye alışverişi,
başlangıçta, bey, lord veya hükümdar ile maiyet
mensubu ya da vasalı arasındaki bağımlılık
ilişkisini kurar ve somutlardı. Osmanlı
İmparatorluğu'nun daha sonraki dönemlerinde pişkeş,
kamu hazinesi için bir çeşit açık arttırmalı gelir
kaynağı haline geldi.