SERMAYENİN DÜNYA ÇAPINDA HAREKETİ VE ULUSLARARASI
İLİŞKİLERİN EKONOMİK BİÇİMLERİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER
1. SERMAYENİN AŞIRI ÜRETİMİ VE GELİŞİMİ
2. SERMAYE İHRACINI HAREKETE GEÇİREN GÜÇLER
3. KARTELLER VE SERMAYE İHRACI
4. SERMAYE İHRACI VE BORÇLANMA
5. SERMAYE İHRACI VE TİCARİ ANLAŞMALAR
6. SERMAYE VE EMTİA İHRACI
7. SERMAYE YATIRIM ALANLARI İÇİN YAPILAN
REKABETİN KESKİNLEŞMESİ; KAPİTALİST YAYILMA
Sermayenin uluslararası hareketi bir ülkenin sermaye
ihracı veya ithali açısından ele alınabilir.
Bir ülkeden yapılan sermaye ihracı bu ülkede sermaye
üretiminin yani sermayenin aşırı birikiminin
olmasını gerektirir. Sermaye artışının kapitalist
için hiçbir şey yaratmaması halinde, yani sermaye,
C, C+AC'ye yükseltildiğinde, sermayedeki AC kadarlık
artış bu artış olmadan önceki kârı getirirse, aşırı
üretim mutlak olurdu.48 Bununla beraber,
sermaye ihracı için aşırı üretimin bu sınıra
ulaşması gerekli değildir. Sermaye yabancı ülkelere
ihraç edilecekse bunun nedeni bu sermayenin ülkede
kullanılmasının imkânsızlığı olmayıp ihraç edilecek
ülkede daha yüksek bir kâr oranı elde edilecek
olmasıdır.49 Bu nedenle kapitalist
gelişme tarihi boyunca sermaye ihracının neden söz
konusu olduğunu anlamak kolaydır. Bununla beraber
sermaye ihracı sadece son 10 yıllarda bu zamana
kadar hiç elde etmediği olağanüstü bir önem
kazanmıştır. Bu şekildeki uluslararası ekonomik
ilişkilerin spesifik ağırlığı öylesine artmıştır ki
belli bir dereceye kadar ülkeler arasında yeni bir
ekonomik karşılıklı ilişkilerden söz edebiliriz.
Burada iki tip neden etkin olmuş ve olmaya devam
etmektedir. Birincisi, büyük adımlar atmayı sağlayan
ve emeğin üretken gücünü artıran ve ulaşım
araçlarında benzeri görülmemiş gelişmeyi yaratan ve
genelde dolaşım araçlarının mükemmelliğini ortaya
çıkarması sonucunda sermayenin devir hızını
yükselten teknik gelişmenin gerçekleştiği büyük
ölçekli kapitalist üretim nedeniyle sermaye
birikiminin alışılmadık ölçüde artmasıdır. Yatırım
alanları arayan sermaye büyük ölçüde artmıştır.
Diğer taraftan, sermayenin modern örgütleri olan
karteller ve tröstler, üretim hacmini sınırlayarak
sermayenin kullanımına belli sınırlar getirirler.
Sanayinin tröstleşmeyen kesimlerine yönelen sermaye
yatırımı kârlı olmaz. Tekellerin azalan kâr oranları
eğitimine karşı yapabilecekleri şey tröstleşmemiş
sanayinin zararı pahasına aşırı tekel kârı elde
etmektir. Her yıl sanayinin tröstleşmemiş
dallarında yaratılan artı değerin bir kısmı
kapitalist tekellerin ortak sahiplerinin eline
geçer. Buna karşılık dışarıdakilerin payı sürekli
olarak azalır. Böylece tüm bu süreç sermayeyi ülke
sınırları dışına iter.
İkincisi, yüksek gümrük tarifeleri metanın bir
ülkeye girmesinde büyük bir engel oluşturur.
Kütlesel üretim ve aşırı üretim dış ticaretin
büyümesini gerekli hale getirir. Fakat dış ticaret
yüksek tarifeler şeklindeki engellerle karşılaşır.
Dış ticaretin geliştiği, dışsatımların arttığı
doğrudur ancak bunlar belli birtakım güçlükler
pahasına gerçekleşmektedir. Bununla beraber
tarifelerin etkilerini hissettirmedikleri anlamına
gelmez. Etkileri öncelikle, kâr oranlan üzerinde
hissedilir. Meta ihracını zorlaştıran gümrük
tarifeleri, sermaye ihracını etkilemez. Diğer
koşulların değişmediğini varsayarsak, gümrük
yükleri ne kadar ağırlaşırsa sermaye kaçışının da o
kadar artacağı açıktır.
Sanayinin korunması (!) yabancıların tarife
sınırları içinde fabrika kurmalarını teşvik etmez.
Sadece yabancı imalatçılar ve ithalatçı
satışlarının bir kısmını veya tamamını yitirdiğinde
yabancı ülkede fabrika kurma zamanı gelmiştir
Ancak bunu gerçekleştirmek masraflı olur ve risk
taşır. Bu sonuçları yaratacak kısıtlayıcı tarife
A.B.D'deki McKinley ve Dingley Bills (1890-1897);
1877, 1881, 1885 ve 1891 Rus ve 1881, 1892 Fransız
yasalarında mevcuttur.
Gümrük vergileri sermaye ihracını bir başka yoldan
da etkiler. Bu vergiler kapitalist için cazip hale
gelebilir. Sermaye ithal edildiğinde ve "yabancı"
bir ülkede sermaye olarak işlevini yerine getirmeye
başladığında, o ülkenin iş adamlarının sermayesi
kadar gümrük "korumasından" yararlanır.51
Bu da, sermaye ihracında büyük bir artışa neden
olur.
Bununla beraber, sermaye ihracını oldukça önemli ve
politik olgularla bağlantı kurmadan tek başına ele
almamak gerekir.
Devletin ya da belediyenin borç aldığı bir durumda,
kredi veren ülke verdiği borcun faizinden çok daha
fazlasını elde eder. İşlemler bir dizi anlaşmayla
birlikte ortaya çıkar. Öncelikle borçlanan ülkeye
krediyi veren ülkeden alınması kaydıyla sipariş
vermesi yükümlülüğü (silah, askeri malzeme, savaş
gemileri demir yolu teçhizatı vs.) ve demiryolu ve
tramvay yapımı, telgraf ve telefon hattı kurulması,
liman yapımı, maden ve ormanların işletilmesi
konusunda ayrıcalıklar getirir. Bu işlemler
anlaşmanın bir koşulu olarak ya anlaşmaya konur ya
da tüm "olaylar sürecinin" kaçınılmaz bir sonucu
olarak ortaya çıkar. Örnek olarak İran hükümetinin
Julfa-Tebriz (1913 demiryolunun yapımı için
Discount and Loan Bank of Persia'ya (Rus Bankasıdır)
verilen imtiyazları gözler önüne sermeye çalışalım.
Ray aralıkları aynen Rusya 'daki kadardır. Ayrıcalık
süreci 75 yıldır. İran Hükümeti 35 yıl sonra
demiryolunu geri alma hakkına sahiptir. Ancak bu
durumda, yatırımın sağladığı get ir i yüksekse,
harcanan sermayeyle birlikte %5 faizi de geri
ödemesi gerekir. Banka, demiryolunun her iki yanında
da 60 verst'lik* bir çevrede kömür ve petrol
yataklarını işletme ve madenlere bağlantı hatlarını
kurma ayrıcalığına sahiptir. Banka aynı zamanda,
Tebriz-Kazoin demiryolu hattını kurma önceliğini, 8
yıl içinde aynı noktalar arasında parayla
geçilebilen yol yapım hakkını ve demiryolunun her
iki yanında da 60 verstilik bir çevrede kömür ve
petrol yataklarını işletme hakkını da elde
etmiştir. Ayrıcalık sahibinin lehine olmak üzere
demiryolundan elde edilen kârdan, bunun yapımı için
harcanan sermayenin %7'lik bir payı çıkarıldıktan
sonra kalan net gelir İran hükümeti ve ayrıcalık
sahibi arasında eşit olarak paylaşılacaktır. Petrol
ve kömür yatakları için ayrıcalık sahibi, bu
yataklardan elde ettiği net kârın %5 'ini İran
Hükümetine verecektir. Ayrıcalık sahibine ait
işlemler her türlü vergi ve ödemeden muaf
tutulmuş-tur.
Yabancı sermayeyi sınırlamak amacıyla alınan
"tedbirler" arasında, hükümetin genelde yabancı
borç ve hisse senetlerinin kote edilmesini yasaklama
hakkı olduğunu görüyoruz. Böylece, 6 Şubat 1880
tarihli özel yasayla Fransız Maliye Bakanlığı,
yabancı hisse senetleri üzerinde yapılacak her türlü
işlemi yasaklama ve Fransız Borsası'na kote edilecek
yabancılara verilecek kredileri reddetme
yetkileriyle donatılmıştır (1909'da Fransız hükümeti
Arjantin'e verilecek krediyi reddetti. Çünkü 1908
yılında Arjantin siparişlerini Crazot'daki
Schneider yerine Krupp firmasına vermişti. Aynı
hükümet 1909 yılında yeterli garanti olmadığından
Bulgaristan'a verilecek borcu da reddetti; borç daha
sonra Avusturya-Alman banka konsorsiyumunca verildi.
40 yıl süreyle Alman hisse senetlerinin Fransız
Borsası'na kote edilmesine izin verilmedi. Eylül
1910'da Macaristan'a verilmesi reddedildi.
Schneider'e sipariş vermesi koşuluyla Sırbistan'a
borç verildi. Devrimden sonra Rus hükümeti aldığı,
borç vs. karşılığında Fransa'da yapılmak üzere
kruvazör siparişi verdi).
Sipariş ve ayrıcalıklardan başka borç anlaşmalarıyla
birlikte yapılan ticari anlaşmalarla belli
avantajlar elde edilebilir. (Örneğin, 1917'ye kadar
uzatılan 16-29 Eylül 1905 tarihli Rus-Fransız
Ticaret Anlaşmasına, İsveç ve Fransa arasındaki 2
Aralık 1908 tarihli anlaşmaya, Fransa ve Japonya
arasındaki 19 Ağustos 1911 tarihli gümrük
anlaşmasına, İsveç ve Danimarka arasındaki 1908
tarihli anlaşmaya bakınız. Yine 1909 tarihinde
Payne Tariff of America'nın şarap, ipek ve arabaya
koyduğu vergi yüzünden, Fransa'nın United States
Steel Corporation'a ait hisse senetlerinin Paris
Borsası'na kote edilmesinin reddine bakınız).54
Kişiler veya sanayi ve banka kuruluşları sermaye
ihraç ettiklerinde ülkenin meta ihracı artar. Çünkü
dış ülkelerde kurulan işletmelerin kendileri bizzat
belli bir talebi temsil etmekte ve bunun ötesinde
faaliyetleriyle kendilerine bağımlı olan pazarı
genişletmektedirler. Birinci bölümde gördüğünüz
gibi, "yabancı" işletmelerin büyük bankalar veya
bankacılık tröstlerince finanse edildiğini ve önemli
ekonomik güce sahip olduklarının unutmamalıyız.55
İşte bu bir Örnek. Almanya'nın kolonisi olan
Kamerun'un toprağının 1/3'ü özel mülkiyete aittir.
Ancak bu toprağın çok önemli bir bölümü sadece iki
şirkete aittir. South
Cameroon Company
7.700.000 hektar, South
Western Cameroon Company
8.800.000 hektar toprağa sahiptir. Yani Saksonya
Krallığından (1.500.000 hektar) 6 kat, Bavyera'dan
(7.000.000 hektar) daha geniş bir alana sahiptir.56
Kapitalistler toprağa sahip değillerse, bunun yerini
mali güç alacaktır. Bağdat Demiryolunu inşa ederken,
Deutsche Bank sadece Türkiye'de kullandığı Alman
malzemesini sadece demiryolu yapmaya yaramakla
kalmıyor aynı zamanda piyasa ilişkilerine dayanan
bir ağ kurarak Alman mallarının Türkiye'ye nüfuzunu
kolaylaştırmaya çalışıyordu. Böylece sermaye
ihracı, çıktığı ülkenin sanayii için de uygun
koşullan yaratmış oluyordu.
Sermaye ihracı, büyük güçler arasında ilişkilerin
keskinleşmesine neden olur. Sermaye yatırım
fırsatları için yapılan mücadele, yani ayrıcalık
elde etme vs. mücadelesi, daima askeri baskıyla
desteklenmiştir. Büyük güçlerin finansörlerinin
manipülasyonlarına maruz kalan bir hükümet veya
"ülke" genellikle askeri yönden en güçlü bir biçimde
görünen rakiplere teslim olmaktadır. Bazı pasi-fistler
(özellikle İngiliz pasifıstleri) mantıki nedenlerle
hakim sınıfı etkileme istediklerinde ve metanın
savaş gemilerinin satışından bağımsız olarak pazar
bulabileceği görüşüyle diğerlerini
silahsızlandırmaya ikna etmeyi denediklerinde,
büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Savaş
öncesi izlenen ve sonrasında da izlenecek "barış"
politikası her zaman ve her yerde askeri güce
başvurma tehdidiyle desteklenmiştir. İngiliz
Brailsford'un çok doğru bir şekilde belirttiği gibi,
"süren bu çelik ve altın savaşı barış zamanında bile
bir dakika durmaz". Alman emperyalizminin güzide
teorisyeni Sartorius bu inatçı rekabet atmosferini
daha da canlı olarak anlatmıştır:
Dünyada sanayiinin gelişmesi, dünya ekonomisinin her
politikasıyla (jede Weltwirtshaftspolitikj birlikte
hesaba katılması gereken bir gerçektir... Gelişme
sürecini durdurmak kimsenin elinde değildir ve
devlet başka ülkelerde işletme kurmayı yasaklarsa,
bu ancak üçüncü bir devletin işletmelerinin
yararınadır. Bunun için yapılması gereken en iyi şey
zamanında pastadan pay almaktır
(die Hand rechtzeitig
im Spiele haben)... Ekonomi dünyası yerinde durup
kalmayacaktır. Değişiklikler birbirini
izlemektedir. Güçlü bir devletin her zaman katılma
şansı vardır. Gününü gün et sloganı
burada tam yerine oturmaktadır
Askeri gücün baskısı çeşitli ayrıcalıklar
sağlıyorsa, sermayenin ülke dışındaki işlevleri
spesifik "koruma" talebini ortaya çıkarır. Önceleri,
çekim merkezi meta ihracında yatmaktaydı ve
ihracatçıların riskleri sadece kendi mallarıyla
yani dolaşan sermayeleriyle sınırlıydı. Şimdi ise
durum tamamen farklıdır. Bazen "yabancı" bir ülkede
sahip olduğumuz şey özellikle sabit sermaye şeklinde
dev yapımlara yatırılan çok büyük paralardır:
binlerce millik demiryolları, maliyeti yüksek
elektrik işletmeleri, geniş plantasyonlar vs.
İhracatçı ülkenin kapitalistleri kendi servetlerinin
"korunmasıyla" ilgilenirler. Birikimlerini devam
ettirmek için her şeyi yapmaya razıdırlar.
Sömürülen ülke bir de askeri yönden güçsüzse,
sermayenin "barışçıl yoldan nüfuz etmesi" hemen
"barışçı yoldan işgal" veya paylaşıma dönüşür veya
sermaye yatırım alanlarına sahip olmak için rekabet
eden ülkeler a ısında silahlı bir savaşa neden olur.
Fransız-Alman rekabeti nedeniyle Türkiye'nin kaderi
bunun tam tipik bir örneğini teşkil eder. Buna ışık
tutmak amacıyla Fransız ve Alman emperyalistlerinin
savaştan çok önce yazdıkları yazıları belirtmek
istiyoruz. Fransızlar, Türk imparatorluğunun Alman
"tüccar ve satıcı" sürülerince (kordes germaniques)
işgal edildiğini belirtmektedirler.
Böylece Alman bankalarının meydana getirdiği ağ,
sanayii destekleyerek, ulaşım kolaylıklarını elinde
tutarak, yabancı mali kurumlarla rekabet ederek tüm
Osmanlı İmparatorluğunu ele geçiriyor. Kısacası bu
bankalar, güçlü bir politik destekle Alman nüfuzunu
tüm Doğu Akdeniz'e yaymaya çalışıyorlar.
Görüldüğü gibi Fransız Burjuvazisi "Alman
sürüleri"ne öfkelerini böyle ifade ediyorlardı.
Fakat Alman burjuvazisi de aynı öfkeyi gösteriyor.
Quarterly Reviewer'da sermaye için şöyle
denmektedir. "Sermaye kargaşa ve didişmeden kaçar
ve doğal olarak ürkektir. Ancak bu gerçeği tümüyle
yansıtmamaktadır. Sermaye kar elde etmemekten veya
çok küçük bir kar elde etmekten kaçınır, tıpkı
doğanın boşluktan tiksindiği gibi o da bu olaydan
tiksinir. Uygun bir kar onu cüretkar hale getirir,
%10'luk bir kar için herhangi bir yerde yatırım
yapabilir, %20'lik bir karla karşılaşınca hırslanır,
%50'yi gördüğünde küstahlığı artar. %100 herkesi ve
yasayı çiğnetir ve %300 için sonu ipte bitse bile,
işlemeyeceği hiç bir suç yoktur", Marx, Capital, I.
Cilt 843'e verilen dipnottan naklen P.J. Dunning.
Dubief, "Le ehemin de fer de
Bagdad", Revue Economique Internationale,
1912
Fransızlar, Türkiye 'yi borçlu köleleri haline
getirmek için sistematik olarak çalışıyorlar.
Bugüne kadar Türkiye'ye 2.200 milyar frank kredi
vermişlerdir. Bu meblağın yarım milyarı sadece
demiryollarına yatırılmıştır. Fransa Türkiye'de
diğer ülkelerden daha çok demiryolu inşa etmiştir.
Türkiye'nin İs-tanbul.Selanik, İzmir,Beyrut gibi
önemli limanları Fransızların ellerindedir. Türk
sahillerindeki deniz fenerleri de Fransızların
lindedir.Nihayet Türkiye'nin en önemli bankası olan
Osmanlı Bankası İstanbul'da tamamen Fransız nüfuzu
altında faaliyet göstermektedir.O zaman, sermayenin
böylesi güçlü baskısının politik sonuçlarından kim
kaçabilir. Fransız diplomasisi, özellikle son
zamanlarda Türkiye'deki ayrıcalıklı konumundan
yoğun bir şekilde yararlanmaktadır.60
Son zamanlardaki ekonomik gelişmenin özellikleri,
sermaye ihracının bugünkü hacmini ve önemini
etkilediği açıktır. Modern sermayenin örgütlenme
şeklinin yayılması açısından ele alındığında
sermaye ihracı, büyük ülkelerin veya -süreci bir
bütün olarak ele alarak-örgütlü "ulusal" sanayinin,
"ulusal" finans kapitalin yeni sermaye alanlarını
tekelleştirmesi ve zapt edilmesinden başka bir şey
değildir. Sermaye ihracı, finans grupları için
ekonomi politikası konusundaki en uygun yoldur ve
yeni alanları büyük bir kolaylıkla ele
geçirmektedir. Birçok ülke arasındaki rekabetin
sermaye ihracı alanında daha da keskinleşmesi bu
yüzdendir. Ekonomik yaşamın uluslararasılaşması,
tartışmalı sorunların kesin bir şekilde çözülmesini
gerekli hale getirmektedir.
M
Deutsche Kolonialrcform, s. 1396-1397. Kitabın
1905'de yazıldığı unutulmamalıdır. O zamandan bu
yana, güçlerin karşılıklı ilişkileri ve dünya
haritası değişikliğe uğramıştır.
|