Yer Altı Ekonomisinin Ekonomik Nedenleri
Yeraltı ekonomisinin ekonomik nedenlerinin başında
ekonomik nedenlerle uygulamaya sokulmuş olan
yasaklar gelir. Ayrıca işsizlik ve gelir dağılımı
bozukluğu da yeraltı ekonomisine neden olan önemli
unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Yasaklar
Ekonomik anlamda meta olan her mal ve hizmet
piyasada oluşan arz ve talep koşullarına göre
üretilip, pazarlanabilir. Ancak bazı mal ve
hizmetlerin kamu sağlığı ve güvenliğini tehdit
etmesi ve stratejik önemi, dini ya da ahlâki
nedenlerle yasaklanabilir. Yasaklar, yeraltı
ekonomisini besleyen en önemli faktörlerden biridir.
Yasaklar özel nitelikli mal ve hizmetler için
geçerli olup; üretimi, tüketimi, ticareti ve
depolama faaliyetlerini kapsayabilmektedir.
Yasakların en yaygın olduğu alanlar (Bkz. Türkkan
1995):
• Uyuşturucu Maddeler,
• Silah ve mühimmat,
• Stratejik maddeler ve malzemeler,
• Alkollü içecekler, sigaralar,
• Altın ve kıymetli madenler,
• Organ, bebek, çocuk ve göçmen ticareti,
• Tarihi eserler, nesli tükenmiş canlılar,
• Çeşitli döviz ve sahte para.
Bunların yanı sıra; ticari ambargolar veya koruma
amaçlı getirilen yasaklar nedeniyle de birçok normal
veya özelliksiz mallar da yasaklamaya konu
olabilmektedir.
Tüm bu sayılan yasaklanmış mallar için olağan
piyasada olduğu gibi arz ve talep koşulları
geçerlidir. Ancak yasaklar bu malların arzını dışsal
faktörlerin etkisine sokar ve yasakların yarattığı
risk bedelinin sonucunda arz eğrisi dikleşir. Böyle
bir ortamda arzın kısılması fiyatların yükselmesine
neden olur. Aynı şekilde bu mallara olan talep
esnekliğide sert olduğundan yeraltı ekonomisi
piyasasında işlem gören mallar olağanüstü yüksek
fiyatlar ve kar marjları ile gerçekleşir. Neticede
yasaklar sonucu oluşan aşırı kârlar, birçok birey
için cazip olabilir ve yeraltı ekonomisi
faaliyetlerine zemin hazırlar.
İşsizlik
İşsizlik, işgücü piyasasında emek arz ve talebi
arasında dengenin sağlanamamasından
kaynaklanmaktadır. İşsizliğin ortaya çıkmasında
etkili olan emek arz ve talebi, işsizliğin kökeninde
üretim faktörlerinin dengesizliğinin bulunduğunu
gösterir. Gerçi iktisat teorisinde "iradi"
işsizlikten de bahsedilir. Yani cari ücret düzeyi
üzerinden çalışmak isteyen herkesin iş bulduğu
ortamda bile, işgücü piyasasının dinamikleri veya
işle ilgili bilgi akışının tam olmaması nedeniyle
bir miktar işsiz her zaman bulunacaktır. Ancak
gelişmekte olan tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de
de önemli olan, iradi işsizlikten daha çok, arz ve
talep dengesizliğinden kaynaklanan işsizliktir.
Türkiye'de işsizliğe neden olan ve işgücü arzını
etkileyen en önemli faktörler nüfusun istihdam
olanaklarından daha hızlı artması, teknolojik
gelişmeler ile birlikte sınırlı sayıda ve nitelikli
işgücüne istihdam olanaklarının sunulması ve başta
büyük şehirler olmak üzere göç olarak özetlenebilir.
Buna karşılık işgücü talebini etkileyen en önemli
faktörler işgücü talebinin artmasını sağlayacak olan
yatırımlar ve üretime katılacak diğer üretim
faktörlerinin kompozisyonu oluşturmaktadır. Sayılan
bu faktörlere ek olarak çok önemli bir diğer unsur
ise işgücü piyasasında gözlenen aksaklıklardır.
Şubat 1997'de yayınlanan bir çalışmaya göre,
Türkiye genelinde işsizlerin %48.7'si; kentsel
alanlarda %45.4'ü; kırsal yerlerde ise %52.2'si
ilkokul mezunudur. Genel kültür veren liselerden
mezun olanlar, işsizler içinde ikinci büyük grubu
oluşturmaktadır. İşsizler arasında meslek okul
mezunlarının ve üniversite mezunlarının bulunması,
ülkemizde bu kurumların yeterli nitelik ve beceri
kazandırma başarısını gösteremediğinin kanıtıdır
(TİSK 1997).
Ülkemizde sanayileşmede arzu edilen düzeye
gelinememesi ve yatırım yetersizliği nedeniyle,
tarım toplumu olma niteliği devam etmektedir.
Yatırımlarda görece azalma sorunu ağırlaşarak devam
etmekte ve sanayide ciddi bir yatırım boşluğu
oluşmaktadır. Özel sektör, uzun vadede rekabet
gücünü belirleyen teknoloji ve insan kaynakları
yatırımlarını gerektiği Ölçüde yapamamakta,
ekonominin üretken istihdam yaratma kapasitesi
sınırlanmaktadır. Bunun temel nedeni ise ekonomide
hatalı kaynak dağılımına dayanmaktadır. Kaynakların
ekonominin verimliliğini önleyen aşırı gelişmiş ve
hantal kamu kesimince israf edilmesi sonucu, kamu
kesimi finansman dengesinin bozulmuş olması
nedeniyle oluşan rant ekonomisi yatırımları olumsuz
etkilemektedir. Ekonomik yapımız üretimden
uzaklaşmış; büyüme yatırım, üretim ve ihracat
artışı yerine sıcak para ve borçla finanse edilen
tüketime dayandırılmıştır. Neticede, artan nüfusa
yeterince iş alanı oluşturulamamıştır.
Ülkemizde, sosyal politikaların maliyetinin sürekli
olarak kayıtlı sektöre yüklenmesi, devletin vergi,
sigorta, fon şeklindeki istihdam vergilerinin
ağırlığı, cezalandırıcı mevzuat, toplu iş
sözleşmesi sistemimizin işletmelerin yatırım
ihtiyaçlarını gözetmemesi, örgütlü sanayide
istihdamın azalmasına, işletmelerin bölünmesi ile
ölçek küçülmesine, taşeronlaşmaya, kayıt dışına
yönelişe ve sendikal sistemden kaçışa neden
olmaktadır (TİSK 1997).
Ülkemizde işgücü piyasasında yaşanan aksaklıklarda
işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Ülkemizde
uygulanan Toplu İş Sözleşmesi sistemi, işletmelerin
ve ekonominin olanaklarını ve ihtiyaçlarını göz
önünde bulundurmamaktadır. Sosyal politikalar
rekabet gücünü ve istihdamı artırır şekilde
düzenlenmemekte; çalışma mevzuatı ve toplu iş
sözleşmeleri esnek hükümler içermemesi nedeniyle
işletmelerin ekonomik konjonktürdeki dalgalanmalara
uyumunu olanaklı kılmamaktadır.
Türkiye'de ücretler işgücü verimliliği ve piyasa
koşulları yerine, tamamen siyasi ve keyfi bir
şekilde belirlenmektedir. Ülkemizde işgücü
piyasası, devletçi geleneğimize paralel olarak,
gerçek anlamda bir piyasa değildir ve hazine
tarafından kısmen vergilerle, kısmen borçlanma ve
kısmende enflasyon ile sübvanse edilmektedir. Bu
nedenle de ücret, ekonomik yani verimliliğe göre
değil siyasal ücret olarak; istihdam da rekabete
göre değil, siyasal iradeye göre tayin edilmektedir
(Akalın 1994).
Türkiye'de işgücü piyasasında piyasa ücretinin,
emeğin rekabet koşullarında oluşan marjinal
verimliliğine göre belirlenmesini önleyen üç kurumu
AKALIN şöyle tarif etmektedir: "Birincisi, bir
işveren olarak devlet, toplu pazarlık ve toplu
sözleşme sisteminin işletildiği sendikalı işçilerin
bulunduğu kesimde, monopson durumunda, yani ücreti
belirleyici güçtedir. İkincisi, yasal bir işgücü
tekeli olan sendikaların, devlete ve dolayısı ile
özel sektöre, fiilen ücret düzeyini empoze
edebilmeleridir. Üçüncüsü ise, devlet ve sendikalar
arasında sıkışan işverenlerin de; işgücü
piyasasındaki paylarının küçük olması ve sürekli
enflasyon koşulları altında; maliyet artı kar
fıyatlandırması ile ücret artışlarını tüketiciye
yansıtabilirle olanaklarının bulunması nedeniyle,
sendikalar ile tüketicilerin sırtından
anlaşabilmeleridir" (Akalın 1994:24).
İşgücü piyasasında yaşanan aksaklıklar, nüfus artış
hızının yüksekliği, insan gücü planlamasının iyi
yapılmamış olmasından kaynaklanan eğitim
düzeyindeki yetersizlikler, kaynak dağılımındaki
aksaklıklardan kaynaklanan bütçe açıkları sonucu
"rant ekonomisinin" üretim ekonomisini ikame etmesi
ve yetersiz ekonomik büyüme işsizlik sorununu
ülkenin temel ekonomik sorunlarının üst sıralarına
taşımıştır. 1996 resmi rakamlarına göre işsizlik
oranı %6.3, eksik istihdam oranı %6.3 olmak üzere
%12.6'lık atıl işgücü oranı söz konusudur. Bu
rakamlar resmi rakamlardır ve uluslararası
standartlara uymamaktadır ve tartışmaya açıktır
(Örneğin 1992 yılında Almanya'da işsizlik oranı %9.2
iken, Türkiye'de %7.9'dur). Ancak tartışılmadan
kabul edilen; yüksek oranda işsizliğin pek çok
ekonomik ve sosyal sorunu da beraberinde
getirdiğidir. İşsiz olanın gelir elde edemiyor
olması nedeniyle legal-illegal her işi yapabilecek
olması ve işsizliğin özellikle genç nüfusta
yaygınlaşması yeraltı ekonomisinin geniş zemin
bulduğu ortamdır.
İşsizlik ve yeraltı ekonomisi arasındaki ilişki çok
uzun zamanlardan beri tartışılmaktadır. Günümüzde
işsizlik ile yeraltı ekonomisi arasında doğrudan
ilişki kurulamamaktadır. Gerçi yapılan bazı
çalışmalarda işsizlerin daha geniş zamanları olması
ve gelir elde e-dememesi nedenleri ile suça yatkın
olabilecekleri iddia edilmektedir. Ancak milyonlarca
işsizin suç işlememesi, hatta çocuklarını da suç
işlemekten korumaya azami gayret gösterdikleri
bilinmektedir. Bu nedenle işsizlik ve yeraltı
ekonomisi arasında doğrudan bağlantı
kurulamamaktadır. Kurulabilecek tek ve önemli
ilişki, işsizlikle bağlantılı olan bir kısım sosyal
etmenlerin varlığı ve bunların yeraltı ekonomisine
zemin hazırladığıdır.
Bir ülkede işsizlik artmış ise gelir dağılımının
bozulması da kaçınılmazdır. İşsizlikle beraber
gelir dağılımının da bozulması toplumsal normların
sorgulanmasını ve ahlâki çöküntüyü beraberinde
getirir. Sonuçta yeraltı ekonomisinde faaliyet
göstermenin kısıtlayıcı unsurları etkisini kaybeder.
|