|
Yer Altı Ekonomisinin Nedenleri
Konusu suç ve yasak olan yeraltı
ekonomisinin dolaylı veya dolaysız çeşitli nedenleri
vardır. İnsanların toplum halinde yaşadığı ilk
dönemden beri gözlenen suç ve caydırıcı yöntem
olarak ceza; hukukçuların halen üzerinde araştırma
yaptıkları bir konudur. Suç işleyerek maddi
çıkarlar elde etmekte yine yasakların olduğu ilk
medeniyetten beri vardır. Bu bakımdan, yeraltı
ekonomisinin en önemli nedeni yasaklar sonucu oluşan
yüksek kâr marjlarının cazibesi ile yakalanma
olasılığı ve cezaların caydırıcılığı gibi kamu
otoritesi ile ilgili unsurlardır. Ancak bu
unsurların gerisinde yatan faktörler
incelendiğinde, yeraltı ekonomisinin nedenleri üç
başlık altında sistematize edilebilir:
1. Sosyo politik nedenler,
2. Ekonomik nedenler,
3. Kamu otoritesinin yetersizliğinden kaynaklanan
nedenler,
Bu bölümde bu üç neden Türkiye'ye özgü koşullar
gözönünde bulundurularak incelenmeye çalışılmıştır.
Sosyo-Politik Nedenler
Yeraltı ekonomisine yol açan sosyo-politik
nedenlerin başında kentleşme gelir. Kentleşme bir
yandan sosyal düzenin oluşmasına mani olurken, diğer
yandan
anonim kalabilmenin
koşullarını hazırlamaktadır. Kentleşme aynı zamanda
toplumsal değişime, de yol açar. Kentleşmeye neden
olan en önemli faktör ise hızlı nüfus arazdır.
Yeraltı ekonomisine yol açan bir diğer önemli unsur
ise eğitimdir. Aşağıda bu konular analiz edilmeye
çalışılmıştır,
Hızlı Nüfus Artışı
Türkiye'de nüfus hızlı bir artış göstermektedir.
Nüfusun yılda %2 civarında (1994-%1.78) artması
zaman ve mekandan bağımsız çok ciddi olumsuzlukları
beraberinde getirir. Ülkemizde hızlı nüfus artışı,
her kuruma ve gelişmeye damgasını vuran bir olgudur.
Türkiye'de her reform hareketinin ve kalkınma
çabalarının kazanmalarını ortadan kaldıran unsur
nüfus artışıdır. Hızlı nüfus artışı bireylerin refah
artışından daha fazla pay almasını ve ekonominin
değişim sürecinin daha hızlı gerçekleşmesini
engellemekte, sürdürülebilir kalkınma çabalarını
zorlaştırmakta, konut, sağlık, eğitim ve altyapıya
olan ihtiyacı artırmaktadır.
Türkiye her ne kadar yüksek büyüme hızlarını
gerçekleştiriyor ise de, artan nüfusa iş
yaratamamaktadır. Eksik istihdamın oluşması, bir
yandan ilerde detaylarına girilecek olan işsiz
olanın her işi yapabilecek konuma düşmesine, diğer
yandan ise devletin (biraz da sosyal patlamaları
önlemek amacı ve öteden ben alışılagelmiş 'devlet
baba' anlayışı ile) kamu kesiminde yapay olarak
aşırı istihdam oluşturmasına neden olur. Kamuda
aşırı istihdam yaratılınca, ücretlerin düşük
tutulması bir zorunluluk olmaktadır. Görevlilerin
düşük gelirlerle geçinememesi, gelirlerini artırmak
amacıyla çeşitli yollara başvurmasına neden olmakta
ve enformel sektör başta olmak üzere yeraltı
ekonomisine yol açmaktadır.
Hızlı nüfus artışı ve yeraltı ekonomisi ilişkisi,
kamu hizmetlerinin üzerinde oluşacak olumsuz
baskılar ve hizmetlerin toplumun gereksinimlerine
cevap verememesi şeklinde de ortaya çıkmaktadır.
Bunun en çarpıcı örnekleri, sosyal refah
devletlerinin birincil görevleri arasında sayılan
eğitim veya sağlık hizmetlerinde görülür. Eğitim
hizmeti ne kadar "ücretsiz"dir, denirse densin
öğrenci velileri kayıt için okul kapılarında
kümelendiğinde, "bağış" yapmayanların kayıt
işlemleri de yapılmamaktadır. Aynı şekilde hastane
kapılarında yığılan hastalar, ya hastalan sıraya
koyan görevlileri "memnun" etmekte; ya da hastanede
ücretsiz hizmet sunmaya mecbur doktorların
muayenehanesinde tedavi olmaktadır. Örnekler
çoğaltılıp dramatize edilebilir.
Verilen sadece birkaç örnek, nüfus artışının kamu
hizmetlerini nasıl etkilediğini göstermek bakımından
yeterlidir. Ülkemizde hızlı nüfus artışı, merkezî
bir yönetimin oluşturduğu ve toplumu her bakımdan
denetlemeye dönük bir çerçeve içinde cereyan
etmektedir.
"Bu kısır çerçevenin koruduğu ve adeta
sorumsuzlaştır-dığı devlet kurumlarının harekete
geçirilmesi, kamuya hizmet eder duruma getirilmesi
zaten zordur. Nüfus artışı, en iyimser koşullar
altında dahi yavaş işleyen ve kamudan gelen
taleplere karşı fazla duyarlı olmayan bir çarkı,
altından kalkamayacağı bir talep patlamasıyla karşı
karşıya bırakmıştır. Bu durumda işinin görülmesini
isteyen şahıslar, özel ve hatta resmi kuruluşlar,
bir yandan kendi çabalarıyla çeşitli yollardan
kendilerine öncelik verilmesi ve kolaylık
gösterilmesini sağlarken, diğer yandan da
kendilerini destekleyecek güç kaynaklarını harekete
geçirmektedirler" (Turan 1993:379). Vurgulanmaya
çalışılan, kamu hizmetlerinin yeterli olmaması
sonucunda hizmetlerden kimlerin yararlanacağını,
iltimas, rüşvet, zor kullanma, adam kayırma gibi yoz
yöntemlerin belirlediği ve bunların yeraltı
ekonomisine zemin hazırladığıdır.
Toplumsal Değişim
Türkiye geleneksel bir toplum olmaktan çıkan ve
hızla sanayi toplumu haline gelen bir ülkedir. Bu
süreçte geleneksel toplumsal yapıda bazı
değişikliklerin olması ve bu değişimin toplumun tüm
katmanlarında ve dolayısıyla toplumsal yaşamı
belirleyen bütün yapılarda kendini göstermesi
kaçınılmazdır.
Ahlâk kurallarının, genel olarak toplum içerisinde
oluşmuş örf ve adetler, değer yargıları ve
normlardan oluştuğu varsayılır. Ahlâk kuralları,
bireylerin diğer bireylerle ve toplumla ilişkilerini
düzenler. Toplumların hızla değiştiği dönemlerde
ahlâk kuralları da sarsılmaya başlar. Gerçi gerçek
kanı, ahlâk kurallarının oldukça yavaş değiştiği ya
da değişmesi gerektiğidir. Ancak ekonomik ilişkiler,
siyasal örgütlenme biçimleri, kent yaşamı, iletişim
araçlarının etkinliği son derece hızlı değişirken,
bireyler arası ilişkileri düzenleyen kuralların aynı
kalması beklenemez. Toplumlar ne kadar hızlı
değişirse, ahlâk kurallarının da o hızla değişmesi
(arzu edilmese de) kaçınılmazdır.
Hızlı değişim süreci içindeki toplumlarda yaşanan bu
gelişme, ahlâk kurallarının iki kategoride
sınıflandırılmasını gerektirir: Toplumun örf ve
adetleri, değer yargıları ve normlarından
kaynaklanan ve resmen kabul edilen; yasalarla
zorunlu kılman, eğitim ve toplumsallaşma yolu ile
empoze edilen resmi ahlâk (normatif ahlâk); ve hızla
değişen ekonomik ve toplumsal şartlarla aynı hızda
ilerleyen resmi olmayan ahlâk. Resmi ahlâk ile resmi
olmayan ahlâk arasındaki farkı ALKAN şöyle
özetlemektedir:
"Resmi ahlâk, toplumda sürekliliği, kurumlaşmayı,
beklenilirliği, meşruluğu oluşturur. Yasalar bu
ahlâk yargılarına göre yazılır, mahkemeler bu ahlâka
göre yargılarını verir, politikacılar bu ahlâka göre
törensel konuşmalar yapar. Resmi olmayan ahlâk ise,
hızla değişen koşullara uyum sağlamaya yarayan yeni
davranış kalıplarıdır. Yüksek enflasyon hızıyla ilk
kez karşılaşan bir toplumda önce ticari ahlâk
etkilenecektir. Verilen sözlerin değeri değişecek,
satış tekniklerine yenilen eklenecek, borçlanma
anlayışı yeniden gözden geçirilecektir. Ticaret
ahlâkında gözlenen değişmeler zamanla cinsel ahlâka,
mesleki ahlâka ve siyasal ahlâka da yansıyacaktır"
(Alkan 1993:20).
Resmi ahlâkla gayri resmi ahlâk arasındaki bu
çelişki ahlâk yozlaşmasının en önemli
göstergesidir. Türkiye gibi hızlı yapı değişiminin
yaşandığı toplumlarda, kaynakların ve fırsatların
eşit dağılımını sağlamak mümkün değildir. Eğer bir
toplumda hızlı bir yapı değişimi yaşanıyor,
toplumda kaynak ve fırsatlar eşit olarak dağılmıyor,
(daha da ötesi eşit olmayan dağıtım biçiminin
sürekliliğini sağlamak üzere kontrol kurumları
oluşuyor) ise, kriminal sektör faaliyetlerini
önleyeceği
düşünülen ahlâk normları
etkinliğini yitirir. Unutulmamalıdır ki, toplumda
ana kontrol kurumu devlettir. Kurum olarak devlet,
işlevini yerine getirirken her düzeyde kaynakların
ve fırsatların oluşturulup dağıtılması sürecine
karışmaktadır: "Daha somut olarak belirtmek
gerekirse, devlet kurumu adına karar alıp uygulayan
siyasal ve yönetsel kadrolar mevcut toplumsal kaynak
ve fırsatların kullanım biçimlerini güvence altında
tutmaktan başka, bunlara ek olarak bir takım yem
kaynak ve fırsatlar yaratan girişimlerde de
bulunmaktadır. Kontrol görevini görürken başkalarına
olanak ve ayrıcalık sağlayanların buna karşılık
sağladıkları ile orantılı bir takım rantlar talep
etmeleri de" mümkündür (Şayian 1975:84). Bu ve buna
benzer gelişmeler neticede yeraltı ekonomisini
beslemektedir.
Bir ülkede ahlâk kodunu belirleyen üç temel kaynak
vardır: İnanca dayalı dini ahlâk; tüzel kuvvete ve
yaptırıma dayalı siyasi ahlâk; akıla, bilime ve
bilince dayalı bilimsel (laik) ahlâk. Dini ahlâk;
tek tanrı tek din anlayışından hareketle, kelamın
tartışılmadığı ana fikri üzerine inşa edilmiştir.
Buna karşılık tüzel kuvvete dayalı siyasi ahlâk;
yaptırıma dayalı, merkezi otoritenin önerdiği ve
denetlediği egemen ideolojinin önerdiği ahlâk
kodudur. Bilimsel ahlâk ise gerçeği aramayı ve
sonuçlarına (hoşumuza gitmese de) katlanmayı ve
saygılı olmayı gerektirir (Güvenç 1993).
Türkiye'deki ahlâk anlayışı, bu üç kaynakdan da
bağımsız bir gelişme göstermiş, "iş bitirici ahlâk"
anlayışı hakim olmuştur. İş bitirici ahlâkın
bireysel görüntüsü "köşe dönmeci" niteliğe
bürünmektedir. "Türkiye'deki ahlâk sistemi; en
güçlü dayanağı olan dinin desteğini resmi açıdan
kaybetmiştir. Ancak; dürüstlük, erdemlilik yani
ahlâk sosyal bir maldır. Ahlâkın bulunmaması
halinde piyasa mekanizmasının işletilebilmesi yani
kontratların yerine getirilmesi sadece devletin
yaptırımlarının etkinliğine bağlı kalmaktadır.
Türkiye'de çek senet mafyasının ortaya çıkışı,
hukuk sisteminin zaafa uğradığını ortaya koymakla
birlikte, onun kaynağını oluşturan ahlâk sisteminin
de yetersizliğine dikkati çekmektedir. İnsanlık
ilahi bir formüle dayanmayan bir ahlâk sistemini
kurup hiç bir ülkede başarı ile işletememiştir"
(Akalın 1993). Nitekim Türkiye'de de geçerli ahlâk
anlayışı "gemisini kurtaran kaptan" vecizeleri ile
ifadesini bulmaktadır. Ne pahasına olursa olsun
amaca ulaşma anlayışı (makyavelizm) amaç "köşe
dönme" olduğunda, yeraltı ekonomisi faaliyetleri de
"mubah" olur.
Eğitim
Bir ülkenin kalkınmasında ve çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşmasında en önemli unsur eğitimdir.
"Bireye bilgi, beceri kazandırma, bireyin
topluma uyumunu sağlama süreci" olarak tanımlanan
eğitim ile bireylerin refah düzeylerini artırmaları
arasında sıkı bir ilişki vardır (Adem 1993).
Eğitim, bilgili bireylerin sayısını artıran ve
onların şahsiyetlerini geliştiren önemli ve
vazgeçilmez bir unsurdur. Eğitim aynı zamanda
ekonomik kalkınmanın bir sonucu olarak artan mal ve
hizmet üretimine olan talebi artıran, hayat
seviyesini yükselten bir unsurdur.
Eğitim iki tür fayda oluşturur. Bunlardan birincisi
tamamen kişisel tüketimle ilgili olan özel fayda,
diğeri ise bireylere eşit ve bağımsız olarak
yararlanma olanağı veren ve teknik ifadesi ile
"olumlu dışsallık" özelliği içeren toplumsal
faydadır.
Eğitimin kişilere sağladığı ilk özel fayda, daha
fazla eğitim görmüş kişilerin, daha az veya hiç
eğitim görmemiş bireylere göre daha fazla kazanç
sağlaması olarak açıklanabilecek olan daha fazla
eğitimin sağladığı mali kazançtır. Daha fazla
eğitim almanın ikinci özel faydası; eğitimi daha üst
düzeyde sürdürme sonucunda kazanılacak ödüllerin
seçim değeri şeklinde ifade edilen eğitimin
sağladığı mali seçim fırsatıdır. Eğitimin sağladığı
üçüncü özel fayda, eğitimlilere parasal olmayan
seçim fırsatları sağlamasıdır. Eğitim ile bireyin iş
olanakları gelişmekte ve bunun yanında makam,
şöhret, unvan ve seçginlik gibi ödülleri içeren
işleri seçme fırsatları doğmaktadır. Eğitimin
dördüncü özel faydası ise bireyin teknolojik
gelişmeler karşısında doğabilecek olumsuz
şartlardan kendisini koruyabilme yeteneğini
kazanmasıdır. Özellikle son yıllarda, üretim
sürecinde yaşanan teknolojik değişmeler,
çalışanların bu değişimler karşısında yeni bilgiler
öğrenmesini gerekli kılmaktadır. Eğitim, bu
değişiklikler karşısında çalışanların bilgi
birikimlerine katkıda bulunarak onların teknolojik
değişmelere kısa sürede adapte olmalarını
sağlamaktadır (Weisbrod 1978).
Eğitim, bu hizmetten yararlananlara doğrudan
kişisel faydalar sağlamanın yanı sıra, hizmetin
yaydığı dış-sallıklar nedeni ile toplumun tümüne
yönelik faydalar da sağlamaktadır. Eğitim, kültür
düzeyi yüksek bir toplum yaratarak, gelişmeyi ve
toplumsal dönüşümü engelleyici, sınırlayıcı değer
yargılarını yıkarak, olaylara karşı daha objektif
bakış açısı kazandırarak toplumun genel düzeyini
yükseltme yönünden toplumdaki diğer bireylerin fayda
fonksiyonuna etkide bulunur. Eğitim ile daha iyi
eğitilmiş bir kuşak daha sonraki kuşaklara gelir
artışı sağlar, işgücüne iş bulmada avantajlar
sağlar, bilimsel araştırmayı özendiren kurumsal
çerçeveyi oluşturur, gizli yeteneklerin ortaya
çıkarılmasına katkıda bulunur, seçmenlerin
bilgilerini artırarak ve politikada yetenekli
liderler yetiştirerek politik istikrarı besler,
vergi ile finanse edilen sosyal hizmetlere olan
talebi azaltır ve insanların kültür düzeylerini
artırarak ufuklarını genişletir, boş zamanlarını
daha verimli değerlendirmelerine katkıda bulunur.
Eğitimin sağladığı olumlu dışsallıkların sonuncusu
ise bireylerin yasalar ile uyumlu davranış biçimim
geliştirmesidir. Eğitimli toplumlarda suç işleme
oranının düşeceği genel kanıdır. Suç oranının
düşmesi iki şekilde ortaya çıkmaktadır. İlk olarak
eğitim düzeyine bağlı olarak bireyin gelir düzeyinin
yükselmesi sonucunda suç işlemenin alternatif
maliyeti yükselmektedir. Birey suç işleyip sonuçta
mahkum olması durumunda çalıştığı işten ayrı
kalmasının gelirinde yol açacağı azalmayı düşünerek,
suç işlemekten vazgeçebilir. İkinci olarak okula
devam etme öğrencinin kötü çevre ile olan
ilişkisini keseceği gibi aynı zamanda uygun bir
disiplin altında ahlâki duyguların gelişmesine
katkıda bulunur. ABD'de yapılan bir araştırmaya göre
çocuklar arasındaki suçluluğun özellikle okula
sürekli devam etmeyen çocuklar arasında ortaya
çıktığı ve çocuklar arasındaki suçluluk oranlarının
okulların tatil olduğu günlerde arttığı
gözlemlenmektedir (Dönmezer 1994).
Okula düzenli bir şekilde devam etme ve eğitim
düzeyinin yükselmesi suç oranlarım düşürmekle
beraber, bu etkinin doğal sonucu olarak devletin
suçluların yakalanması, yargılanması ve topluma
yeniden kazandırmak için yaptığı idari ve personel
harcamaları yani adalet hizmeti için yapılan
harcamalarda da azalmalar görülecektir.
Konu ülkemiz açısından düşünüldüğünde, oldukça vahim
bir tablo ortaya çıkmaktadır. Nitekim 7. Beş Yıllık
Kalkınma Planında ülkemizin eğitim konusunda
bulunduğu durum açık bir şekilde ortaya konmuştur.
Buna göre; "1990 yılı itibariyle 6 ve daha yukarı
yaştaki nüfus içerisinde erkeklerin %11.2'si,
kadınların ise %28'i okuma yazma bilmemektedir.
Okur-yazar erkek nüfusun %73.6'sı ilkokul mezunu
veya herhangi bir eğitim kurumunu bitirmemiştir.
Okur-yazar kadınlarda ise bu oran %81.6'dır.
Orta-okul ve dengi okul mezunu olanların oranı
erkeklerde %10.8, kadınlarda %7.6'dır. Okur-yazar
erkek nüfusu içerisinde lise ve dengi okul mezunu
olanların oranı %10.7 ve yüksek öğretim mezunu
olanların oram %4.7 iken, bu oranlar okur-yazar
kadın nüfus içerisinde sırasıyla %8.3 ve %2.6'dır."
"İşgücünün eğitim düzeyi de yeterli ölçüde
geliştirilememiştir. 1990 Genel Nüfus Sayımı
sonuçlarına göre işgücünün ancak %5.2'si yüksek
öğretim, %9.7'si lise ve dengi okul, %7'si orta okul
ve dengi okul mezunu olup, geri kalan %78.1'i
ilkokul mezunu veya daha düşük eğitim düzeyindedir"
(DPT 1997).
Sayısal çıkmazların yanı sıra, eğitim sistemimiz
nitelik bakımından da önemli olumsuzluklar
sergilemekte ve toplumsal gelişmeyi önlemektedir.
Eğitimde fırsat ve olanak eşitliği tüm çabalara
rağmen gerçekleştirilememiştir. Eğitim
faaliyetlerinde bulunan kurumlar arasında
koordinasyon sağlanamamıştır. Her eğitim düzeyinde;
zihinsel etkinlikleri el ve beden etkinliklerinden
üstün tutan düşüncelerin ve inançların etkileri
altında oluşmuş, öğrencilerin ilgi, yetenek ve
kapasite yönünden birbirinden farklı olduğunu
dikkate almayan ezberci, katı ve yetenekleri
körelten bir eğitim sistemi ortaya çıkmıştır.
Öğrencileri 6 yaşından itibaren sürekli bir yarışma
gerilimi içinde tutan sınav sistemi öğrencilerin
çalışma zevklerini dumura uğratmaktadır. Öğretim
programlarının bilimsel esaslara göre
geliştirilmesinde yeterli gelişme sağlanamamıştır.
Öğretmen ve öğretim üyesi sayısındaki yetersizlikler
ve dağılımındaki dengesizlikler, imkan ve fırsat
eşitliği yanında eğitimin kalitesini de olumsuz
şekilde etkilemektedir (Detaylar için Bkz. Adem
1993). Türk eğitim sisteminin sorunları
detaylandırılıp, dramatik durum çeşitli şekillerde
örneklendirilebilir. Vurgulanması gereken unsur,
toplum olarak yeterli eğitimde olmadığımız, eğitim
sisteminin de suç işlemeye yeterince mani
olmadığıdır. İşte böyle bir ortamda yeraltı
ekonomisi faaliyetlerinin önlenmesi için gerekli
kısıtlar ortadan kalkmaktadır.
|