Küreselleşme Paradoksu
Özet
Bu
makalede, küreselleşme olgusunun ulus devlet üzerine etkileri ve
bu konuda yapılan teorik tartışmalar ele alınmaktadır.
Öncelikle, kültürel, teknolojik, ekonomik, siyasal vb.
alanlardaki değişimlerle ilgili hemen her açıklamada bir çıkış
noktası olarak görülen küreselleşmenin, niteliği üzerinde
durulmaktadır. Daha sonra ise, ulus-devletin meşruiyetiyle
küreselleşme olgusu ilişkilendirilmekte, konuyla ilgili
çelişkilere yer verilmektedir.
Anahtar
Kelimeler:
Küreselleşme, Kapitalizm, Çelişki
Giriş
20.
yüzyılın sonlarında sosyal, ekonomik, politik ve kültürel alanda
dünyada esen değişim rüzgarları; devletleri, işletmeleri ve
bireyleri hızla etkisi altına alarak, yeni bir dünya düzeninin
kurulmasına yol açmıştır. Dünya hızla değişmiştir. Böylece eski
değerler, eğilimler yerini yenilerine bırakmıştır.
Dünyayı
yeniden yapılandıran bu değişime küreselleşme süreci
denilmiştir. Bu süreç, önceki
dönemlerde yaratılmış, gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler
ayırımını; sanayileşmiş ülkeler, sanayileşmekte olan ülkeler
ayırımını; merkez ülkeler, çevre ülkeler ayrımını ortadan
kaldıran bir yapı haline gelmiştir. Küresel değişim, emeğin
işbölümünü, kaynakların üretimini, tüketimini ülke dünya
ölçeğinde değiştirmesi, coğrafi anlamda iktisadi faaliyetlerin
yeniden organize edilmesi ile gündeme gelmiştir.
Bu noktada
değişim olarak genel kabul gören küreselleşmenin daha iyi
anlaşılabilmesi için yarar, zarar, yenilik ve çelişki
boyutundaki bazı verimli tespitlerin ve incelemelerin yapılması
gerekmektedir.
1.
KÜRESELLEŞME
1.1.
Küreselleşmenin Tanımı
Son
yıllarda dünya konjonktüründe teknolojide yaşanan hızlı gelişme
ve çarpıcı değişimler devlet, toplum ve insan hayatının her
alanına nüfuz etmiştir. Söz konusu gelişim ve değişimler
teknolojik, sosyo-politik, sosyo-psikolojik, sosyo-ekonomik,
sosyo-kültürel ve moral değerleri dinamikleri arasında, çok ince
bir çizgi oluşturmuştur. Bu noktada değişmeyen tek şeyin değişim
olduğu yeni dünya düzeninde, artık değişim olgusunu kabullenmek
kaçınılmaz hale gelmiştir.
Gelişim ve
değişimle küreselleşme arasında zarif bir denge söz konusudur.
Bu denge hem geleneksellik hem de modernlik olarak
değerlendirilebilmektedir. Dolayısıyla sıra dışı olan ve dünya
konjonktüründeki ekonomik hayata yön veren bu güçlü değişimin
başında Sovyetler Birliğinin dağılarak iki uçlu olan dünyanın
çözülmesidir. Bu olgudan hareketle hız kazandığı kabul edilen
küreselleşmenin teorisyenler tarafından yapılan tanımları şu
şekildedir. İngilizce karşılığı globalisation
(küreselleşme-globalleşme) olup, kökünde globe sözcüğü üç
boyutlu yuvarlak ve bir fiziksel şekli, ikinci anlamıyla da
dünyayı ya da diğer bir ifadeyle yer küreyi ifade etmektedir.
Meydan Larousse’nin tarifine göre global tümüyle ele alınmış
olan manasındadır.
Küreselleşme ideolojik açıdan değerlendirildiğinde ülkelerin
sahip oldukları milli ve manevi değerlerin dünya ölçeğinde
yayılması farklılıkların bir bütünlük ve uyum içinde ortadan
kalkması ve dünyanın ‘’küresel bir köy’’ haline gelmesidir.
Diğer bir tanıma göre küreselleşme, uluslar üstüleşmeyi ve
delokalizasyonu zorunlu bırakan bir süreç ve hedef olarak
küresel işletmeler aracılığıyla zenginliklerin ortaya
çıkarıldığı, yeniden değerlendirildiği, üretildiği, tüketildiği
ve dağıtıldığı serbest rekabetçi bir sistemdir. Başka bir
ifadeyle küreselleşme dünyadaki değişik sosyo-ekonomik yapıların
basit bir karşılıklı bağımlılık esasından öteye, birbirlerinin
içine girdiği adeta füzyona uğradığı yapı veya mafsallaşma
sürecidir.
Ayrıca
küreselleşme, kapitalizmin dünyayı homojenleştirdiği, heterojen
farklılıkları yok ederek bir bütünsellik sağladığı, artık
herkesin kaderinin ortak bir "küresel dünyanın" oluşumuna
bağlandığı tezi üzerine kuruludur.
Diğer
taraftan küreselleşme sosyolojik, ekonomik, kültürel ve siyasal
anlamda dünyaya açılma ve dünya ile bütünleşme olarakta
tanımlanabilmektedir.
Küreselleşmenin bir başka tanımı ise şu şekildedir: Batının
ekonomik düzeni olan kapitalizmin ulusal kabına sığmadığı ve
dünyaya yayılmak istediği durumdur. Son zamanlarda,
küreselleşme, globalleşme, yeni dünya düzeni, post-modernizm,
yerelleşme, neo-liberalizm gibi kavramlar da bazen birbirlerinin
yerine kullanılmaktadır.
1.2.
Küreselleşmenin Özellikleri
Büyük
değişimlere söz konusu olan küreselleşme sürecinin özellikleri
aşağıdaki gibidir:
1. Tüketim
alışkanlıklarının değişmesi ve tüketici davranışlarında tüketim
hızına yönelik artış,
2.
Kaynakların üretiminin, dağıtımının, tüketiminin, pazarlamasının
ülke ölçeği bazından uluslar arası ölçeğe dönüşmesi,
3.
Ticaretin ve ekonominin dijitalleşmesi,
4. Bilgi ve
iletişim teknolojilerinin gelişmesi,
5. Mal ve
hizmet üretiminde ileri teknolojisinin kullanılması,
6.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra iki kutuplu (Sosyalizm
ve Liberalizm) Dünyanın çözünmesi, İktisadi duvarların
önemli oranda ortadan kalkması,
7. Global
değişim,
8. Esnek,
dinamik, değişken ve tempolu çevrelerin ve piyasaların ortaya
çıkması,
9. Hızlı
gelişen teknoloji,
10. Dijital
devrim,
11. Artan
rekabet,
12.
Yenilik,
13. Artan
bilgiye paralel olarak bilinmeyinin de artması,
14.
Araştırma geliştirme faaliyetlerinin artması,
15. İnsan
kaynakları alanında yaşanan köklü değişimler,
16.
Ekonomik dinamizm ve teknolojik yenilikler,
17.
Ticaretin liberalizasyonu.
1.3.
Sermaye Kontrolleri ve Sermayenin Küreselleşmesi
Sermayenin
II. Dünya savaşından sonra serbest dolaşıma açıldığı konusunda
yaygın bir kanaat vardır. Ancak II. Dünya savaşından öncede
sermayenin serbest dolaşımının olduğu açıktır. 1920’li yıllarda
sanayileşmiş ülkelerin finansal sektör temsilcileri, uluslar
arası para ve finans düzenini yeniden tesis etmeye dönük
gelişmelerde bulunmuşlardır. Bu çevreler denk bütçe, bağımsız
merkez bankası, sermaye hareketlerinde serbestlik ve altın
standartlarına geri dönülmesi hususunda emek sarf etmişlerdir.
Bu çabalarda nispeten başarı sağlanmış, ancak bunlar kısa süreli
olmuştur. 1929 yılında yaşanan ekonomik buhran ile ABD sermaye
piyasasının çökmesi, savaş borçları ve dış ödemelerdeki
dengesizlikler finansal piyasalara duyulan güveni zedelemiştir.
ABD’den büyük sermaye kaçışı yaşanmış, bu gelişme altın
standardının çökmesine neden olmuş ve finansal işlemlerde
liberal gelenek sona ermiştir. Bretton Woods anlaşması sermaye
akımlarına finansal çevrelerin karşı çıkmalarına rağmen önemli
kısıtlamalar getirmiştir. ABD bu dönemde de bir kısıtlama
uygulamamasına rağmen diğer ülkelerdeki kısıtlamaları
onaylamıştır.
II. Dünya
savaşı sonrasındaki süreçte hemen hemen bütün ülkeler, kambiyo
kontrolleri, cari işlemlerin kısıtlanması, bankacılık
düzenlemeleriyle sermayeye kısıtlamalar getirmişlerdir. Ancak bu
kısıtlamalar 1952 yılından sonra kısmen yumuşatılmıştır. 1952
yılında Avrupa ülkeleri konvertibiliteye geçmiş ve sermaye
piyasalarını dışarıya açmaya başlamışlardır. Ancak İngiltere
sermaye hareketlerine getirdiği kısıtlamalarla bu sürecin
dışında kalmıştır. Fakat liberalleşme yönündeki bu yönelim
ABD’den büyük sermaye çıkışına sebep olmuştur. 1960’lı yılların
birinci yarısında yeni kısıtlamalar gündeme gelmiş İngiltere ve
ABD sermaye çıkışına karşı diğer ülkeler ise sermaye girişine
kontrolleri kullanmışlardır. Bretton Woods partileri, 1970
başında spekülatif sermaye hareketleriyle tehdit edilince, ABD
resmen tavrını finansal liberalizasyondan yana almış ve sermaye
kontrolüne yönelik her öneriye şiddetle karşı çıkmıştır. Bu
dönemde ABD’nin tavrını finansal serbestleşmeden yana almasında
ABD’nin finansal
sistemdeki hegomanyasını sürdürmek ve cari işlemlerdeki açığı
dolar silahını kullanarak kapatmak istemesi etkili olmuştur.
ABD 1974 yılında sermaye kontrollerine son vermiş, ABD’nin bu
tavrı finansal piyasaların küreselleşmesinde bir dönüm noktası
olmuştur. 1979 yılında İngiltere’de, aynı yıl Japonya’da
1982-1983 yılında da Fransa’da sermaye kontrollerinin
kaldırılması diğer önemli dönüm noktaları olarak
değerlendirilebilir. Gelişmekte olan ülkelerde ise finansal
serbestleşme 1980’li yıllarda ortaya çıkmaya başlamıştır.
1970’li yıllara kadar gelişmekte olan ülkeler dış yardım, dış
borç, ve doğrudan yabancı yatırım şeklinde az sayıda dış
finansman imkanlarını kullanmışlardır. Hâlbuki gelişmekte olan
ülkeler bir yandan büyük projeler gerçekleştirerek ekonomik
kalkınmayı uyarmak isterken, diğer yandan da yatırımları finanse
edecek kaynaktan yoksun bulunmaktadırlar. Bu kapsamda finansal
liberalleşme iç kaynakların mobilizasyonunu önererek finansman
sorununa bir çözüm önermiştir. Özellikle gelişmekte olan
ülkelerin asıl problemlerinin yatırımlar için gerekli olan
tasarrufların yetersizliğine vurgu yapılmış ve tasarrufları
cazip hale getirici politikalar önerilmiştir. Önce dış ticaretin
serbestleşmesi, devamında yurt içi finansal sektörün liberalize
edilmesi ve sonra da sermaye hareketlerinin serbest bırakılması
bir çıkış yolu olarak öngörülmüştür.
Birçok
gelişmekte olan ülkenin enflasyon, güçsüz mali yapı, bütçe açığı
ve ödemeler dengesi gibi birçok makro ekonomik sorunlarla karşı
karşıya bulunduğu bir ortamda, finansal liberalleşmenin
uygulanması ekonomik ve finansal krizlere yola açmıştır. 1990’lı
yıllar sanayileşmiş ülkelerin bankacılık sektöründe birleşmeler,
mali işlemlerin tempo kazanması, banka dışı mali kurumların
çoğalması ile finansal piyasaların daha da bütünleştiği yıllar
olmuştur. Bir ülkeye giren yabancı sermaye zaman içinde
birikerek borç stoku veya doğrudan yabancı sermayeye
dönüşmektedir. Bu birikimin kullanımına karşılık her yıl
dışarıya kar ve faiz ödemeleri biçiminde sermaye çıkmaktadır.
Yabancı sermayenin tasarruf açığını kapatma, teknoloji
transferi, istihdam artışı, büyümeye katkısı gibi birçok yararı
yanında olumsuz ekonomik sonuçları da dışa kaynak transferiyle
ortaya çıkmaktadır. Bazen krize neden olan bazen de krizin
sonucu olarak zaman zaman bu kötü sonuçlarla karşı karşıya
kalınmaktadır. Son yıllarda özel yatırımlarda belirgin bir artış
söz konusudur. Uluslararası ticari bankalar ve kurumsal
yatırımcılar kısa vadeli fonlar daha esnek ve şeffaf yatırım
aracı olarak kabul edildiğinde orta gelişmişlik seviyesindeki
ülkeler ölçüsüz bir risk almaktadırlar. Yakın tarihte Brezilya,
Güney Doğu Asya, Rusya ve Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler bu
riskin en somut delili olarak kabul edilebilir.
1.4.
Küreselleşmenin Gelişimi
Soğuk savaş 1989 yılında sona erdikten sonra içinde bulunulan
dünya çok hızlı bir değişim sürecine girmiş bulunmaktadır. Bu
süreçte üç temel nokta önem taşımaktadır. Birincisi; 1453
yılında Osmanlılar tarafından İstanbul’un fethiyle sona eren
Ortaçağ karanlığından kurtulmaya çalışan Batının deniz aşırı
yeni keşiflere yelken açmasıyla ortaya çıkan zenginleşmelere
dayalı gelişmelerdir. Bu süreç, Avrupa’da 1800’lü yılların
sonlarında başlayan endüstri devrimine kadar devam etmiştir.
İkinci temel dönüşüm noktası ise 1890’da başlayan endüstri
devrimi olmuştur. Endüstri devrimini yaşamaya başlayan Kıta
Avrupa’sında ortaya çıkan gelişmeler çeşitli şekillerde dünyanın
diğer bölümlerine de ulaşarak insanlığı büyük ölçüde etkisi
altına almıştır. Bu dönemin ardından yaşanan sömürgecilik ise o
dönemdeki küreselleşmenin nihai sonuçlarını oluşturmuştur. Zaman
içinde şekil değiştirerek küreselleşme ya da küreselleştirme
çabaları soğuk savaşın bittiği 1990’lı yıllara kadar gelmiştir.
Küreselleşme üçüncü temel çıkış noktasını 1990’lı yıllarda
yakalamıştır. 1970’li yıllardan itibaren dünya ekonomisinde söz
sahibi olmaya başlayan çok uluslu şirketler, 1990 yılından sonra
yeni dünya düzeni kavramı etrafında tek kutuplu dünyada batıyı,
tek ekonomik ve siyasi güç haline getirme planını ortaya
koymuştur. 1990’lı yıllarda ön plana çıkan küreselleşme
çabalarının ardında, yüzyıla yakın bir zaman diliminde ortaya
çıkan gelişmeler açısından yukarıda sayılan ilk iki çıkış
noktasından farklı olarak, piyasalara ulaşmada artık zaman ve
mesafe kavramının anlamını yitirdiği görülmüştür.
Küreselleşme insanlık tarihi yönünden oldukça yeni bir
fenomendir. 16. yüzyıl öncesine kadar ülkeler ve kıtalar
arasındaki emeğin, ürünün, ve fikirlerin hareketi bir hayli
sınırlı durumdaydı. Dünya ekonomisinin gelişim trendi
incelendiğinde günümüzde ekonomiler arası ilişkilerinin ve
bağlantılarının geçen iki yüz yıla göre hızla arttığı
görülmektedir. Nitekim teknolojide meydana gelen yenilikler
iletişim teknolojilerinde büyük ilerlemelere neden olmuştur.
Fiziki uzaklıkların sebep olduğu engeller ve yüksek maliyetler,
ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler teknoloji ve bilgi
alışverişini önemli ölçüde engellemektedir. Teknolojik
gelişmeler hem yeni imkânlar sağlayarak, hem de mevcut olan
araçların kullanım maliyetini düşürerek, küreselleşmeye önemli
katkıda bulunmaktadır. Nitekim okyanus ötesi nakliye bedelleri
%50, hava taşımacılığı maliyetleri % 80 ve transatlantik telefon
maliyetleri %99 oranında düşmüştür. Günümüzde bilgi ve
iletişim teknolojileri sayesinde uluslararası finansal piyasalar
küresel bir nitelik kazanmıştır. Teknolojik gelişmeler ticaretin
bileşenlerini de değiştirmektedir. Elektronik ticaretin
sağladığı imkanlarla evden çıkmadan bir başka kıtadan mal
sipariş edilebilmekte ve ödemeler kredi kartıyla
yapılabilmektedir.
II. Dünya
savaşından sonra başlayan ve 1990’lara kadar devam eden soğuk
savaş dünyanın politik olduğu kadar ekonomik olarak da ikiye
bölünmesine neden olmuştur. Son elli yıllık tarihi dönemde üçlü
bir yapı söz konusuydu ve bu yapının bir tarafında pazar
ekonomisine dayanan çoğulcu ekonomiler, diğer tarafında planlı
ekonomiye endeksli sosyalist ülkeler bulunmaktaydı. Üçüncü yapı
ise çoğu batının eski sömürgesi gelişmekte olan ülkelerden
oluşmaktaydı. Bu ülkeler kendi aralarında sosyo-ekonomik,
politik, kültürel farklılıklar göstermekteydiler. Ancak 1990’lı
yılların başlarında Sovyetler Birliğinin dağılması iki kutuplu
dünyanın tek kutuplu dünyaya yani pazar ekonomisi ve demokrasi
odaklı bir dünyaya geçmesine yardımcı olmuştur. Bütün bu politik
ve düşünsel gelişmeler küreselleşmenin daha sık hafıza
yaratmasına ve ayrıca bir süreç olarak daha çok
hızlandırılmasına katkıda bulunmuştur.
·
Ekonomik
Gelişmeler
Dış
ticarette daha çok mal piyasalarındaki serbestlik 1850’lilerden
I.Dünya savaşına kadar devam etmiştir. Bu dönemde sanayileşmiş
ülkelerin ticaretini destekleyen en önemli gelişme ulaşım
teknolojisinde meydana gelen gelişmelerdir. Bu noktada demir
yolu teknolojisinde yaşanan gelişmeler hem Avrupa içi hem de
Avrupa dışı ticareti kolaylaştırmıştır. İki dünya savaşı
arasındaki dönemde ekonomik koruma ve yüksek devalüasyonlar
devletlerin dış ekonomi politikalarının merkez üssünü
oluşturmuştur. Yüksek gümrük duvarlarıyla sağlanan korumalar ve
fiyat rekabeti sağlamak amacıyla yapılan karşılıklı
devalüasyonlar dünya ekonomisini ve barışı olumsuz yönde
etkilemiştir. İkinci dünya savaşı sona ermeden, 1944 yılında
Bretton Woods’ da dünya ekonomik sisteminin kriterleri
belirlenmiştir. Devalüasyonlara son veren, Amerikan Dolarına
endeksli para sistemi uygulamaya konulmuştur. Aynı yıllarda
korumayı sona erdiren GATT süreci de başlamıştır. IMF ve Dünya
Ticaret Örgütünün de (WTO) katkısıyla mal piyasalarında
küreselleşme bütün yönleriyle ortaya çıkmıştır. Ekonomik
küreselleşmenin en önemli adımı finansal piyasalarda yaşanan
gelişmelerdir. Bretton Woods para sisteminin yıkılmasıyla
sermaye hareketleri tempo kazanmıştır. 1970’li yılların ikinci
yarısında petrol fiyatlarındaki yükselişler, Arap ülkelerini
petrol zengini yapmıştır. Arap ülkeleri sermaye piyasasına
girerek Avrupa ve Amerika’ya büyük finansal kaynak
aktarmışlardır. 1970’lerin sonunda döviz piyasaları küresel
boyut kazanan ilk piyasalar olmuştur. Yaşanılan bu gelişmelerle
ülkeler yabancı tasarruflardan daha fazla yararlanmak amacıyla
finansal piyasalardaki kontrolleri kaldırmıştır. Dolayısıyla
finansal piyasalara liberalizasyon kazandırılmıştır.
1980’lerde ve 1990’larda doğrudan yabancı yatırımlarda ve
portföy yatırımlarında önemli artışlar yaşanmıştır. Bu durum söz
konusu piyasalardaki liberalizasyonun yatırım ortamını
iyileştirmesinden kaynaklanmıştır. Güneydoğu Asya ülkeleri
uluslar arası sermayeden aldıkları paylarla hızlı ve dinamik bir
kalkınma dönemine girmişlerdir. Küresel ekonomik bütünleşmenin
en önemli profili uluslararası sermaye hareketlerindeki
artıştır. Dolayısıyla bu ekonomik sistemlerde canlanma ve
dinamikleşme meydana gelmiştir. Yaşanan ekonomik değişimler
finansal küreselleşmeye yön vermiştir. Ancak emeğin
küreselleşmesi işgücünün serbest dolaşımı sağlanamamış ve
önündeki engeller yeterince kaldırılamamıştır. Fakat günümüzde
emeğin küreselleşmemesi, sosyal ve ekonomik haklarda ve yasal
düzenlemelerde uslular arası uyumlaştırma yönünde gelişmeler
gözlenmektedir. Ekonomik küreselleşmenin ateşleyici güçlerinden
biride Çok Uluslu Şirketlerdir (ÇUŞ). Çok uluslu şirketler
doğrudan yabancı yatırımlara girişen ve üretim faaliyetlerini
birden fazla sayıda ülkede gerçekleştiren şirketler olarak
tanımlanmaktadır. Bu büyük şirketler faaliyetlerini düşük
maliyetleri bölgelere kaydırarak dış ekonomik ilişkiler
kurmaktadırlar. Dolayısıyla o bölgedeki ekonominin büyümesine
yani gelişmesine katkıda bulunmaktadırlar. Nitekim küreselleşme
kendiliğinden ortaya çıkan bir gelişme olduğu kadar yukarıda
bahsedilen faktörlerin de sonucudur.
-----Küreselleşme Paradoksu
|