|
Küreselleşme Paradoksu
Paradoks
kendi
içinde
çelişkili
gibi
gözüken
doğruluğu
da yanlışlığı da
kanıtlanabilen
önerme şeklinde tanımlanabilmektedir.
Bu kapsamda
küreselleşme olgusu da küreselleşme karşıtı olanlar ve
küreselleşme yanlısı olanlar niteliğinde iki dinamik meydana
getirerek kendi içinde bir paradoksa neden olmaktadır. Yani
ülkeler küreselleşmelimidir ya da küreselleşmemelimidir
şeklindeki ikilem çok hassas bir çizgiyi ortaya çıkarmıştır. Bu
noktada ilk önce küreselleşme yanlısı sonra da küreselleşme
karşıtı görüşlerini incelemek söz konusu çelişkiyi çözmeye
yardımcı olacaktır.
2.1.
Küreselleşme Yanlısı Görüşler
Küreselleşme taraftarları küreselleşme karşıtlarını
küreselleşmenin
zararlarını büyütenler ve sadece küreselleşmenin getirdiği
değişimlerden korkanlar olarak tanımlamaktadırlar.
Diğer
taraftan kalkınarak refah devleti olmak isteyen ülkelerinin
küresel ekonomiye daha fazla entegre olmasını savunmaktadırlar.
Onlara göre küresel ekonomi, bilginin, teknolojinin, malların ve
hizmetlerin, sermaye ve fikirlerin akışının hızlanması demektir.
Eleştirdikleri husus, ülkelerinin piyasalara ulaşmada her zaman
yeterince imkâna sahip olmamasıdır.
Diğer
taraftan geçiş ekonomilerinin (Sosyalizmden piyasa ekonomisine
geçiş yapan ekonomiler) küreselleşme sürecine daha yakından
katılması konusundaki beklentileri üç noktada toplanmaktadır.
Sistem reformlarının kalitesi ve yapısal politikalar, yapısal
dönüşüm reformları, yabancı sermayenin yatırım ortamının
kabiliyeti ve dış âlemle karşılıklı ekonomik faaliyetlere açık
ve liberal bir yaklaşımdır. Dolayısıyla başarılı ve etkin bir
ekonomik dönüşümün en önemli gereksinimleri, toplumun sabretme
gücünün patlama noktasına varmasını beklemeden, hükümetlerin
makroekonomik istikrarı başarabilme kabiliyetini gösterebilmesi
ve zaman içinde kapsamlı politikaların maksimum tutarlılıkla
hazırlanarak uygulanmasıdır.
Orta ve
Doğu Avrupa ülkelerinin performanslarının bu kadar farklı oluşu,
tamamıyla küreselleşme sürecinin bir sonucundan ziyade, her
ülkenin geçiş öncesindeki ekonomik durumunun ve liderlerinin
sağlam ekonomik politikaları istikrarlı bir şekilde uygulama
kabiliyetlerinin farklı oluşuna bağlıdır.
Uluslararası piyasalarla açık ve liberal karşılıklı etkileşme
olmaksızın, küresel eğilimleri başarılı gayretlerle
yakalayabilmek mümkün değildir. Örneğin, Rusya ve Yeni Bağımsız
Devletler’in WTO gibi çok taraflı ticaret sistemlerine
katılmaları, onların pazar uyumlu reform süreçlerinin daha
tutarlı olmasına yol açabilir. Bu husus, geçiş öncesinde
bazıları GATT ve WTO üyesi olan Orta ve Doğu Avrupa’daki
ekonomilerin, onları geçişe yönlendiren yaşanmış tecrübeleriyle
de desteklenmektedir.
Küreselleşmenin, ekonomik büyüme, teknolojik birikim ve
teknolojik gelişme, rekabet, istihdamın arttırılması, ülkeler ve
bölgeler arasındaki mesafeyi kısaltması, yerleşmiş oligopolleri
parçalama gibi faydalarının olduğu savunulmaktadır. Hatta
küreselleşmenin çoğulcu demokratik sistemleri yaygınlaştırma
gibi siyasal faydaları da söz konusudur. Bu noktada
küreselleşmenin diğer yararları şu şekilde incelenebilmektedir.
Bunlar ekonomik büyüme, rekabet, ölçek ekonomileri ve uluslar
arası finans alanlarında ki başarılarıdır.
2.1.2.
Küreselleşmenin Yararları
Küreselleşmenin yararları ekonomik büyüme, dış ticaret ve
ekonomik canlanma, rekabet ve çok uluslu şirketlerin güçlenmesi
şeklinde incelenebilmektedir.
·
Ekonomik
Büyüme
Küreselleşme sayesinde gelişmekte olan ülkeler açısından en
önemli unsurlardan biridir. Öncelikle küreselleşme ticareti
arttıracak, dolayısıyla ticaretten sağlanacak kazancı
arttırmıştır. Etkin olarak faaliyette bulunmayan endüstrileri
daha etkin çalışmaya zorlamıştır. Dışsal faaliyetler az gelişmiş
ülkelerde yeni endüstrilerin oluşumunu sağlayarak yabancı
sermayenin söz konusu ülkeler içine akışını sağlamıştır. Bunun
ortaya koyduğu sonuç ise ülke içerisinde tarife fabrikalarının
oluşmasıdır. Küreselleşmenin büyümeye olan bir diğer katkısı ise
her ülkenin ayrı olarak başaramadığı optimal kaynak dağılımı ve
tam istihdamın beraber sağlanmasıdır (Ertürk, 2001. s.177-178).
Bu bağlamda küreselleşme sayesinde az gelişmiş olarak kabul
edilen birçok ülke gelişmiş üretim merkezlerine dönüşecek ve
çağı yakalayarak gelişen ülkeler seviyesine ulaşacaklardır.
Küreselleşme yeni ekonomik hareketlerin oluşturduğu yeni bir
gerçektir. Bu gerçek ülkeler arasında karşılıklı pazar ve
politik ilişkilerinin değişimine aynı zamanda büyümesine sebep
olmuştur (Bhagwati, 1996, s.310).
Diğer
taraftan hızlı teknolojik değişim ve dünya mali piyasalarının
bütünleşmesi, düşük işlem ve bilgi maliyetleri yoluyla
prodüktivite artışına ve büyümeye yol açmıştır. Böylece düşük
maliyetler, piyasaların artan etkinliği, yüksek verimlilik ve
düşük gümrük duvarları yeni yatırım imkânlarını arttırmıştır. Bu
sayede coğrafi uzaklık, mal ve hizmetlerin sağlanmasını
sınırlayan bir faktör olmaktan çıkmıştır.
·
Dış Ticaret
ve Ekonomik Canlanma
Uluslararası ticaret milli ekonomik refahı arttırır (Walther,
2002, s.147). Küreselleşmenin bütün dünya ülkelerini
birleştirerek geniş bir kent yarattığı, bu kentte tüketicilerin
tüketim tarzlarının, kurumların, grupların, yaşantıların
birbirleri ile benzeştiği, ekonomi ve ticarette milli
devletlerin etkinliğinin ve denetimlerinin azaldığı,
uluslararası şirketlerin belirleyici oldukları bir pazar ortaya
çıkmaktadır. Bu pazarda emek, mal, hizmet ve sermayenin önündeki
bariyerler ortadan kalkmaktadır. Ulaşım ve iletişimin hızla
geliştiği, teknoloji sayesinde dünyanın her yerinde üretim ve
pazarlamanın mümkün hale geldiği, mali piyasaların dünya
ölçeğinde bağımsız ve olağanüstü güç olduğu tam rekabet ortamına
ulaşılmaktadır. Ayrıca uluslar arası ticaret milli ekonomik
refahı da arttırtmaktadır (Walther, 2002, s.147). Bütün bunların
ışığında hız kazanarak artan dış ticaret beraberinde ekonomiyi
de canlandırmaktadır.
·
Rekabet
Küreselleşme yerleşik oligopolleri parçalayarak rekabetin yolunu
açmaktadır. Finansal sektörün dışında yatırım için gelen yabancı
sermaye bazen ana ülkedeki bir şirketin şubesini açarak,
özelleştirme yoluyla eski kamu kuruluşlarını satın alarak, dikey
ya da yatay bütünleşme metodunu kullanarak, ortaklıklar kurarak
ya da tümden satın almalarla reel sektörde rekabete yol
açmaktadır. Banka birleşmeleri veya banka şubelerinin açılması
gibi yıllarca mali piyasalarda daha çok rekabete itilmekte
dolayısıyla firmalar verimli ve etkin çalışmaya zorlanmaktadır
(Kar ve Günay, 2003, s.18). Bu yüzden gelişen rekabet firmaları
daha kaliteli mal ve hizmet üretimine teşvik etmektedir. Ayrıca
küreselleşme istikrar, risk alma, bankacılık sisteminin denetimi
ve düzenlenmesi, piyasa disiplini, mevduata devlet garantisi ve
bilinçli zararları önleme gibi bazı kavramları yeniden
tanımlamıştır.
Diğer
taraftan rekabet hem sanayileşmiş ülkelerde, hem de gelişmekte
olan ülkelerde hemen hemen aynı seviyeye ulaşmıştır. Bu noktada
son yirmi yıl içinde birçok gelişmekte olan ülkenin, özellikle
gelişen piyasa ekonomilerinin dünya ticaretine ve küresel
ekonomiye aktif olarak katılmaktadırlar. Ayrıca gelişen piyasa
ekonomilerinde Asya ekonomilerinin varlığı kendini giderek daha
fazla hissettirmektedir. Rekabet dolayısıyla bu devletlerin
dünya ticaretindeki payları önemli ölçüde artmıştır.
·
Çok Uluslu
Şirketlerin Güçlenmesi
Günümüzde
şirketler hem dış ülkelere mal satmakta, hem de dış ülkelerden
kaynak kullanmaktadır. Özellikle, ihracat yaparak ve
faaliyetlerini düşük maliyetli bölgelere kaydırmak kaydıyla dış
ekonomik ilişkiler kurmaktadırlar. Bu yeni ekonomik düzende güç,
çok uluslu şirketlere geçmektedir. Böylece şirketler birleşmekte
ve daha güçlü bir konuma gelmektedirler. Ülkelerin pazarları çok
uluslu ekonomik firmaların rekabetine sahne olmaktadır. Hemen
hemen tüm ülkelerde yerli üreticiler ve girişimciler arasındaki
rekabet mücadelesine yabancılar da katılmakta ve bu süreçte
ülkeler, dünya standartlarında mal, hizmet ve bilgi üreten
toplumlar olmaya doğru yol almaktadırlar
2.2.
Küreselleşme Karşıtı Görüşler
Küreselleşme taraftarlarının karşısında yer alan bu görüşler
literatürde kuşkucular olarak yer almaktadır. Bu küreselleşme
karşıtı görüşlerin başında küreselleşmenin kapitalizmden
beslenen bir olgu olduğu ve kapitalizmin genel teorisi içinde
ele alınmasıdır. Bu bağlamda sonuçları açısından
değerlendirildiğinde bu süreci savunanlar kadar karşı çıkanların
varlığı da bir hakikattir. Amerika’nın keşfi, Asya’nın yeni
deniz yollarının bulunuşu, modern endüstriye yeni pazar
yollarını açmıştır. 18. yüzyılda buhar gücünün kullanımı,
telefon telgraf gibi iletişim araçlarının icadı burjuvanın
aradığı fırsatları ayağına getirmiştir. Bu şekilde çoğalan yeni
ürünler, yeni tercihler, yeni istekler ve yeni alışkanlıklar
doğurmuştur. Kendi kendine yeterliliğin yerini karmaşık
ilişkiler almış ve yeni evrensel bağlar gelişmiştir. Bu
konjonktür sadece maddi ürünler ile sınırlı değildir. Kültürel
ürünler, fikir ve bilgi alış verişi de aynı oranda ülkeler
çapında yaygınlaşmıştır. Küreselleşme karşıtı görüş açısına göre
ise burjuva kar elde etmek zorundadır. Bunun için üretim
yapmalı, ürettiklerinin tamamını piyasaya sürmeli ve
satabilmelidir. Bu nedenle burjuva kendisine uygun her yere
gidebilmeli mal satışını gerçekleştirebilmelidir. Yani yerel
pazarlamanın yerini küresel pazarlama almaktadır. Böylece
başarılı ve tanınmış maker’lar oluşmaktadır. Tabi bu pazarlarda
lobi düzeni de meydana gelmektedir. Bu pazarlara giriş edebiyat
ve sinemayla yapılmaktadır. Dünya’nın dört bir yanına ulaşma
gücü arttıkça kar etme ihtimali de aynı doğrultuda artmaktadır.
Burjuva bu imkâna, ulaşım teknolojisinde yaşanan gelişmelerle
kavuşmaktadır.
Küreselleşme olarak bilinen ekonomik liberalizasyon ve
teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak ülkelerin ve
insanların gittikçe birbirlerine yakınlaşmasına rağmen gelir
farklılıkları dünyanın en göze çarpan gerçeklerinden birisidir.
Bazı çevrelere göre küreselleşme eşitsizliğe neden olmaktadır.
Modern teknoloji ve ekonomik liberalizasyon yoksulu daha da
yoksul yapmamıştır. Fakat zenginlerin daha da zengin olmasına
yardımcı olmuştur.
Ayrıca
ekonomide, siyasette ve bilimde küreselleşme taraftarları
gelecek için pembe tablolar çizmiş olsalar da ancak bugünkü
durum yaşanan dünya düzeni fakirle zengin arasındaki uçurumu
giderek büyütmekte hatta kavuşamayacak kadar açmaktadır. Bu
noktada piyasaya daha fazla nüfuz edebilmek için rekabetin
sürekli artan boyutta olması ve haşinleşmesi nedeniyle bazı
firmalar piyasa uyum problemi yaşamaktadır. Dolayısıyla alta
kalanın canı çıksın mantığını oluşturan bu rekabet türü söz
konusu firmaların piyasadan silinerek yok olmasına neden
olmaktadır. Küreselleşme bu doğrultuda toplumların hümanist
değerlerini de yok etmektedir. Ayrıca silah sanayi açısından çok
ileriye giden küresel güçlerin insanlığa büyük tahribatlar
verebileceği de bir ihtimaller dâhilindedir. Örneğin ABD’nin
uzayda patlamaya yönelik yaptığı bir bombanın dünyadaki tüm
iletişim sistemlerini çökertebileceği teorisyenler tarafından
belirtilmektedir. Bu bombanın yapılış amacı dünyayı yüz yıl
geriye götürmektir. Fransızların AB’nin anayasasını kabul
etmemeleri de küreselleşmeye karşı gösterdikleri tepki olarak
değerlendirilebilmektedir. Yine Fransa’da, 26 yaşından
küçüklerin gerekçe gösterilmeden işveren tarafından işten
çıkarılmasına yönelik olan istihdam yasası, anarşijan protesto
gösterilerine sebep olmaktadır. Oluşan bu tepkilerin asıl sebebi
küreselleşme olgusunun amacını aşarak vahşi kapitalizme doğru
yol almasıdır.
Küreselleşmeye her şeyiyle karşı çıkanların kendilerini
haklılaştırmak için ileri sürdükleri görüşlerden bir diğeri ise
şöyledir; Afrika’da 20-30 sene önce kişi başına kullanılan su,
örneğin, Almanya’da kullanılandan daha fazlaydı. Yine Afrika’da,
küreselleşme öncesinde hiç açlık, kıtlık yaşanmamıştır. İnsanlar
İsviçrelilerden daha iyi beslenmiştir. Keza, küreselleşme
öncesinde Afrika’da ne ülkeler arasında savaşlara ne de iç
savaşlara şahit olunmuştur. Bütün bu felaketler küreselleşmenin
etkisiyle ortaya çıkmıştır.
Diğer bir görüş ise şu şekildedir; küreselleşmenin maksadı,
azgelişmiş ve gelişme sürecindeki dünya ülkelerinin her türlü
kaynağının küresel güçler tarafından sömürülmesi ve bu ülkelerin
her alanda teslim alınmasıdır.
Küreselleşmenin başlangıcında gelişmiş ülkeler himayeci
politikalara başvurduklarından, kalkınmakta olan ülkelerin
ürünlerinin piyasalara girmesini engellemişlerdir. Diğer
taraftan geçiş ekonomilerinin (Sosyalizmden piyasa ekonomisine
geçiş yapan ekonomiler) küreselleşme sürecine daha yakından
katılması konusundaki beklentileri üç noktada toplanmaktadır.
Sistem reformlarının kalitesi ve yapısal politikalar, yapısal
dönüşüm reformları, yabancı sermayenin yatırım kabiliyeti ve dış
âlemle karşılıklı ekonomik faaliyetlere açık ve liberal bir
yaklaşımdır. Dolayısıyla başarılı ve etkin bir ekonomik
dönüşümün en önemli gereksinimleri, toplumun sabretme gücünün
patlama noktasına varmasını beklemeden, hükümetlerin
makroekonomik istikrarı başarabilme kabiliyetini gösterebilmesi
ve zaman içinde kapsamlı politikaların maksimum tutarlılıkla
hazırlanarak uygulanmasıdır. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin
performanslarının bu kadar farklı oluşu, tamamiyle küreselleşme
sürecinin bir sonucundan ziyade, her ülkenin geçiş öncesindeki
ekonomik durumunun ve liderlerinin sağlam ekonomik politikaları
istikrarlı bir şekilde uygulama kabiliyetlerinin farklı oluşuna
bağlıdır. Uluslararası piyasalarla açık ve liberal karşılıklı
etkileşme olmaksızın, küresel eğilimleri başarılı gayretlerle
yakalayabilmek mümkün değildir. Örneğin, Rusya ve Yeni Bağımsız
Devletler’in WTO gibi çok taraflı ticaret sistemlerine
katılmaları, onların pazar uyumlu reform süreçlerinin daha
tutarlı olmasına yol açabilir. Bu husus, geçiş öncesinde
bazıları GATT ve WTO üyesi olan Orta ve Doğu Avrupa’daki
ekonomilerin, onları geçişe yönlendiren yaşanmış tecrübeleriyle
de desteklenmektedir
2.2.1.
Küreselleşmenin Zararları
Küreselleşmeden kaynaklanan riskler değerlendirildiğinde,
küreselleşme sürecinde kazananlar kadar kaybedenlerin de olduğu
görülmektedir. Bu noktada küreselleşmenin zararları hususundaki
etkiler şu şekilde meydana gelmektedir
1. Azgelişmiş ülkeler, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dış
borçlanmaya dayalı kalkınma modellerini uygulamaya teşvik
edildiler. Bu ülkelerin içine düşürüldüğü dış borç batağıyla
beraber; Dış destekli kalkınma modelleri ve dış destekli
ekonomik programlar, tarım, sanayi, maliye vb. alanlarda yapılan
sözde reform önerileri, yerine getirilmesi gereken bir yığın,
siyasi ve sosyal talep ortaya çıkmıştır. Böylece ülkelerin
bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü ciddi şekilde tehlikeye
girmiştir ve girmektedir. Dolayısıyla küresel dünyada büyük
sermaye sahipleri, üretimden ziyade parayla para kazanma
metodunu uygulamaktadırlar.
2.
Küreselleşme ile ülkeler arasındaki ekonomik, siyasi ve
sosyo-kültürel entegrasyonun artması, ulus-devletin güç ve
etkinliğini azaltmıştır. Ulus devlet, sınırları içindeki
fikirlerin akışını ve ekonomik politikaları artık kontrol
edememekte ve böylece iç politika araçları etkisini
yitirmektedir. Bir bakıma ulus-devlet, rolünü, sorumluluklarını
ve politik ilişkilerini yeniden tanımlamaya zorlanmaktadır.
Küreselleşme sürecinde ulus-devlet, yetkilerinin birçoğunu bir
taraftan uluslararası kuruluşlarla diğer taraftan da yerel
otoritelerle paylaşmaya mahkûm olmuştur. Bir zamanlar ulus
devletin sorumluluk alanı içinde yer alan savunma, ekonomik
yönetim gibi pek çok alan artık büyük ölçüde IMF, Dünya Bankası,
WTO, NATO ve BM gibi uluslararası kuruluşlar ya da bölgesel
düzeydeki siyasi ve ekonomik birlikler (Avrupa Konseyi, Avrupa
Merkez Bankası gibi) temelinde koordine edilmektedir.
Küreselleşme, bu bağlamda bir paradoksu ortaya koymaktadır.
Şöyle ki;
bir taraftan küreselleşme ile tüm ülkelerde demokrasinin
gelişmesi amaçlanırken diğer taraftan da gücün uluslararası
kuruluşlara devredilmesiyle ülkeler kendi gelecekleriyle ilgili
temel kararları almaktan yoksun bırakılmaktadır. Öte yandan
küreselleşme, ulusal politikaların etkinliğini azaltmakta ve
ülkelerin radikal kararlar almasını güçleştirmektedir. Ulus
devlet, artık ne ekonomik politikaların yönlendiricisi ne de tek
başına ulusal güvenliğin sağlayıcısıdır. Dünyanın dört bir
yanında ulus devlet içinde etnik milliyetçiliğe ya da dini
temele dayalı özerk bölgeler ortaya çıkmıştır. Rusya’da,
Çeçenistan; Kanada’da, Quebec; Yugoslavya’da, Kosova ve
İspanya’da, Katalonya örnek gösterilebilir. Ulusal sınırları
aşan işlemlerin, sayısının ve ölçeğinin her geçen gün artması
devletin gücünü olumsuz yönde etkilemektedir. Globalleşme
sürecinde trans-nasyonal firmalar hem ekonomik hem de siyasi
karar almada daha etkin hale gelmektedir. Örneğin, uluslararası
arenada faaliyet gösteren General Motors, Shell, Microsoft gibi
firmalar, çoğu hükümetten daha büyük ve daha güçlü hale
gelmiştir. Yani ülkeler artık kendi kaderlerine kendileri karar
verememektedirler.
3.
Küreselleşme ile gelişmekte olan ülkelerin milli gelir ve
ihracatları içinde sınaî ürünlerin payı gittikçe artmaktadır.
Bununla beraber küreselleşmenin, bu ülkelerin teknoloji üretir
hale gelmesine olanak sağladığını söylemek çok zordur. Bu
ülkelerin ithal teknolojiye bağımlı yapısı, sağlıksız dış
ödemeler bünyesi ve sık sık dış şoklara maruz kalmaları hala
önemini korumaktadır.
4. Öte
yandan, kültürel küreselleşme ile ortaya çıkan kültür, batı
kültürüdür. Kısaca, batılı değerlerin dünyada hâkimiyet
kurmasıdır. Dünya da çok sayıda farklı kültür mevcuttur. Yerel
kültürler küresel kültürü benimsediği ölçüde ancak kültürel
küreselleşme gerçekleşebilecektir. Fakat yerel kültürlerin
küresel kültüre karşı bir reaksiyon göstermesi ihtimali de her
zaman mevcuttur. Diğer taraftan kültürel küreselleşmenin ortaya
çıkardığı batı tüketim anlayışının ve yaşam biçiminin, diğer
ülkeler için bir tehdit mi yoksa bir fırsat mı olduğu kişilerin
bakış açısına göre değişebilmektedir. Liberal bir perspektiften
bakıldığında kültürel küreselleşmenin, dünyada barış ve huzurun
sağlanmasına katkıda bulunabilecek iken; milliyetçi
perspektiften bakıldığında kültürel küreselleşme, ulusal
kültürlerin yok olması anlamına gelmektedir. Sonuçta kültürel
küreselleşmenin toplumları Amerikancı-komünist, çağdaş-gerici
vb. kamplara ayırdığı da bir realitedir. Ayrıca, ticari
reklâmcılığın artması ve dünyada tek tip tüketim alışkanlığının
yayılmasının Batılı olmayan ülkelerin sosyal gelişimine zarar
vermesi ihtimali de bir hayli yüksektir.
5.
Küreselleşme, bir yandan yerel farklılıkları minimize ederek
ortak bir kültür ortaya çıkarırken diğer yandan da küresel köyün
içinde alt köylerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
İnsanların ulusal/yerel değerlerini bir tarafa bırakmadıkları
gibi köklerine daha sıkı sarılmalarına ve bölgesel blokların
ortaya çıkmasına yol açarak adeta bir ‘küresel paradoks’
yaratmaktadır. Kültürel küreselleşme, değişime ayak
uyduramayan, değişim talebiyle baş edemeyen veyahut ta değişimi
benimsemek istemeyen kesimlerin kendi iç dünyalarına
kapanmalarına neden olabilecektir. Ayrıca küreselleşme
sürecinde, değişime ayak uyduramayanlar ya da bunu
başaramayanların kimlik krizi ile karşı karşıya kalmaları ve
sonuçta da küreselleşmeye karşı mücadeleye girişebilmelerine
neden olmuştur. 1970’li yıllardan sonra dünyada bir taraftan
dini ve milli akımların güç kazanması, diğer taraftan da
bölgesel blokların artması bunun bir göstergesi sayılabilir.
Dolayısıyla kültürel küreselleşmenin, anti-küreselleşme sürecini
ortaya çıkarması doğal bir durumdur.
6. Günümüz
dünyasında bir taraftan küreselleşme hareketi yaşanırken, diğer
taraftan da buna karşı eğilimler mevcuttur. Korumacılık ve
bölgeselleşme hareketleri bunların başında gelmektedir.
Gelişmiş ülkeler de dahil pek çok ülke, bir takım bürokratik
engellerle korumacılığı hala sürdürmektedir. 1970 sonrasında
ekonomik bloklaşma ya da bölgeselleşme gibi eğilimlerin bir
hayli arttığı görülmektedir. AB, NAFTA ve APEC' in başını
çektiği ticaret bloklarının korumacı karakteri göz önüne
alındığında, dünya ekonomisi açısından bölgesel ticaret
anlaşmalarının, GATT çerçevesinde gerçekleştirilmeye çalışılan
çok taraflı ticaretin liberalleştirilmesi hareketine ters
düştüğü görülmektedir.
7.
Küreselleşme ile beraber sermaye hareketleri, hem hacimsel
olarak artmakta hem de kısa vadeli ve spekülatif amaçlara
yönelmektedir. Hacim ve karakter açısından biçim değiştiren
yabancı sermaye hareketlerinin özellikle gelişmekte olan
ülkelerin ekonomilerini olumsuz yönde etkilediği, bu ülkelerde
makro ekonomik istikrarsızlığa sebep olduğu ve finansal
krizlerin sorumlusu olduğu sık sık gündeme gelmektedir.
Arbitraj peşinde koşan, daha seçici davranan, kısa vadeli ve
spekülatif amaçlara yönelen sermaye hareketlerinin hacminin
büyümesi, gelişmekte olan ülkelerde finansal kriz potansiyelini
artırmaktadır. 1994-1995’teki Meksika krizi ile 1997-1998’deki
Asya Pasifik krizi buna örnek gösterilebilir. Her iki krizin
nedenleri gerçek manada hala netlik kazanmamakla birlikte,
sermaye hareketlerinin önemli bir istikrarsızlık kaynağı olduğu
ve küreselleşmenin bu problemi hafifletmekten ziyade daha da
kötüleştirdiği görülmektedir.
8.
Küreselleşme sürecinin gelişmiş ülkelerde yoğun işsizliğe neden
olduğu ve özellikle niteliksiz işgücünün cahil ilan edilerek
acımasız rekabetin kurbanı olduğu sık sık iddia edilmektedir.
Şöyle ki; küreselleşmenin ortaya koyduğu şiddetli rekabet
ortamı, düşük işgücü maliyetine sahip gelişmekte olan ülkelere
emek yoğun üretime dayalı mallarda karşılaştırmalı üstünlük
sağlamaktadır. Bu durum gelişmiş ülkelerin tekstil,
demir-çelik, gıda gibi daha çok emek yoğun ve niteliksiz
işgücünün istihdam edildiği endüstrilerdeki rekabet gücünü
alabildiğine zorlamaktadır. Hızla artan rekabet, gelişmiş
ülkeleri daha düşük ücretli işgücü kullanımına ya da
arayışlarına zorlamakta; bu durum ise söz konusu ülkelerde hem
işsizliği körüklemekte, hem de işgücünün işveren karşısında
pazarlık gücünü zayıflatmakta ve böylece ücretlerin gerilemesine
yol açmaktadır. Bundan da özelikle bu ülkelerdeki niteliksiz
işgücü en fazla zararı görmekte ve yaşam standartları
düşmektedir. Ayrıca, endüstri toplumundan bilgi toplumuna
geçiş, iş alanlarını imalat sektöründen hizmet sektörüne
kaydırarak gelişmiş ülkelerin istihdam yapısını değiştirmekte ve
böylece sendikalı olarak çalışan kesim için iş olanaklarını
hızla azaltmaktadır. Diğer taraftan küreselleşme, gelişmekte
olan ülkelerdeki niteliksiz işgücünü de zora sokmaktadır. Dünya
çapında artan ticaret ve yatırım fırsatları küresel firmalara
faaliyet gösterdikleri bölgelerde mükemmel sermaye ve nitelikli
işgücü arzı sunarken, niteliksiz işgücü ya da toprak gibi mobil
olmayan üretim faktörleri bundan istifade edememekte ve
niteliksiz işgücünde arz fazlalığı ortaya çıkmaktadır.
Niteliksiz işgücü piyasasındaki artan arz fazlalığı zaten düşük
olan ücretleri daha da düşürmekte ve sonuçta bu kesimin hayat
standartlarını kötüleştirmektedir. (Küreselleşmenin gelişmiş
ülkelerde sadece niteliksiz işgücü üzerinde olumsuz bir etki
yapmakla kalmamaktadır, aynı zamanda ekonomik güvensizliği
arttırarak, sosyal güvenlik sisteminin zayıflamasına yol
açmaktadır.) Bu gelişmeler ise gelişmiş ülkelerde serbest
ticarete ve sermaye hareketlerine karşı politik baskıların ve
dolayısıyla da korumacı eğilimlerinin artmasına sebebiyet
verebilmektedir. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin
emek yoğun üretim yapan endüstrilerdeki rekabetine
dayanamayınca, yukarı da belirttiğimiz endüstrileri dış rekabete
karşı koruma yollarına başvurmaktadırlar. Gerçi GATT
müzakereleri korumacılığı engelleyici tedbirler içermekte ise de
gelişmiş ülkeler mevzuat boşluklarından faydalanma ya da bir
başka gerekçeyle korumacılığın arkasına sığınmaktadırlar. Söz
konusu ülkelerde işsizliğin artışına paralel olarak korumacı
eğilimlerin daha da artması kuvvetle muhtemeldir.
9.
Küreselleşme ile ülkeler arasındaki gelir dağılımında
adaletsizliğin arttığı gözlemlenmektedir. Özellikle, 1980
sonrasında gelişmiş ülkeler arasında kişi başına gelir açısından
bir yakınlaşma gözlemlenirken; günümüzde gelişmekte olan ülkeler
ile gelişmiş olan ülkeler arasındaki kişi başına gelir uçurum
gibi büyümüştür. Birçok gelişmekte olan ülkede kişi başına
gelir artışı ortalama olarak ikiye katlanmasına rağmen, bu artış
yine de gelişmiş ülkelerin sağladığı artışın çok gerisinde
kalmıştır. Ayrıca, gelişmekte olan ülkeler arasında kişi başına
gelir açısından bir kutuplaşma söz konudur. Kore, Malezya,
Tayland gibi ülkeler gelişmiş ülkelerin kişi başına gelirde
sağladıkları artışı yakalayabilirlerken; Orta Doğu ve Afrika
ülkeleriyle, Hindistan ve Bangladeş gibi Asya ülkelerinde bu
artış çok gerilerde kalmıştır.
Öte yandan,
üzerinde henüz bir uzlaşma sağlanmamış olmakla birlikte
küreselleşmenin ülkelerin kendi içinde de gelir dağılımında
adaletsizliğe yol açtığı iddia edilmektedir. Gelir dağılımını
olumsuz yönde etkileyen çok sayıda faktör olmasına karşın,
küreselleşme bağlamında özellikle ticaret ve teknolojik değişim
ön plana çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan
ülkelerle artan ticareti ve bu ülkelerdeki teknolojik gelişme
sonucu endüstri toplumunun yerini bilgi toplumuna bırakması,
gelişmiş ülkelerin imalat sektöründe istihdam edilen işgücünün
hem istihdamını, hem de yaşam standartlarını olumsuz yönde
etkilemektedir. Ayrıca küreselleşme, mobil haldeki üretim
faktörleri nitelikli işgücü ve sermaye ile mobil olmayan üretim
faktörleri -niteliksiz işgücü ve toprak- arasında ayrıcalıklı
vergi uygulamasına neden olmaktadır. Şöyle ki, mobil haldeki
üretim faktörleri, vergi oranlarının daha düşük olduğu coğrafi
alanlara kayarak vergi yükünden kısmen kurtulabilmektedir. Buna
karşın mobil olmayan üretim faktörleri, bu vergileri ödemek
zorunda kalmaktadır. Bu durum, nitelikli işgücünün yaşam
standardını yükseltmekte; buna karşın, niteliksiz işgücünün
standardını düşürmektedir.
10.
Küreselleşmenin ortaya çıkardığı önemli tehditlerden birisi de
nitelik ve niceliksel olarak çevre sorunlarının arttırmasıdır.
Dünyada, bir taraftan rekabetin her geçen gün inanılmaz bir
şekilde kızışması diğer taraftan da dünya nüfusunun hızla
artması ile beraber küresel boyuttaki çevre sorunları giderek
artmaktadır.
Küreselleşmenin çevreyle ilgili olarak ortaya çıkardığı dört
farklı tehlike söz konusudur. Bunlar;
·
Sanayileşmenin çevreye verdiği zarar,
·
Fakirliğin
çevreye verdiği zarar,
·
Kitle imha
silahlarının hızla artmasıdır.
Sanayileşmenin çevreye verdiği zarar, genel olarak üretim ve
tüketim faaliyetlerinin ortaya çıkardığı negatif dışsallıklardan
kaynaklanmaktadır. Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan
endüstriyel ürünler ve bunun hızla diğer ülkelere hızla
yayılması ekolojik dengeyi bozmaktadır.
Trans
nasyonal firmalar, dışsal maliyetlerin getirdiği ek yükten
kurtulmak için faaliyetlerini gelişmiş ülkeler yerine çevre
mevzuatının daha gevşek olduğu gelişmekte olan ülkelere doğru
kaydırmaktadırlar. Böylece söz konusu firmalar, kirleten öder
prensibine pek maruz kalmamakta ve dolayısıyla da ek bir maliyet
avantajı sağlamaktadırlar. Buna karşın gelişmiş ülkelerde
faaliyet gösteren firmaların, çevre standartlarının yüksekliği
dolayısıyla rekabet gücü zayıflamaktadır. Böyle bir durum
gelişmiş ülkeleri çevre standartlarını düşürmeye zorlamakta ve
sonuçta küresel çevre standartları düşmektedir.
Öte yandan
küreselleşmenin sürükleyicisi trans nasyonal firmaların,
gelişmekte olan ülkelerdeki faaliyetleri genel olarak kömür,
ağaç işleme ve kâğıt sanayi, motor parçaları, kimyevi maddeler,
petrol ürünleri gibi çevrenin duyarlı olduğu alanlarda
yoğunlaşmaktadır. Bu firmaların faaliyetleri, çevreye yerel
endüstrilerden daha fazla zarar vermekte çevre ve insan sağlığı
için potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır. Örneğin,
trans-nasyonal firmaların bu ülkelerdeki faaliyetleri sonucu
Orta Amerika’nın tropikal yağmur ormanlarının %25’i yok
olmuştur. Ormanların yok olması ise, hem iklim değişikliklerine
hem de olumsuz çevresel değişikliklere yol açmaktadır. Ozon
tabakasının gittikçe incelmesi bunun bir işaretidir. Ozon
tabakasının incelmesi ise insan sağlığını doğrudan tehdit
etmektedir. Ozon tabakasının incelmesi sebebiyle iyice
süzülemeyen ültraviyole ışınları başta deri kanseri olmak üzere,
güneş ışınlarıyla bağlantılı pek çok hastalığın ortaya çıkmasına
neden olmaktadır.
Sanayileşmenin çevreye verdiği zarar, ozon tabakasının incelmesi
ya da delinmesiyle sınırlı kalmamakta; iklim değişikliklerine ve
zararlı atıklar yoluyla çevre kirliliğine neden olmaktadır. Bir
taraftan ormanların yok olması diğer taraftan da hava
kirliliğinin artması, atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunu
yıldan yıla arttırmaktadır. Endüstri devriminden bu yana
atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu yaklaşık %25 oranında
artmıştır. Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun yükselmesi,
sera etkisi ile (greenhouse effect) küresel ısınma sorununu
gündeme getirmektedir. Yapılan tahminler, 2050 yılına kadar
küresel ısınmanın 1,5 ile 4,5 Co arasında artacağını
göstermektedir.
Çevreye
zarar veren bir başka faktörde fakirliktir. Fakirlik,
insanların çevreye bağımlılığını arttırmakta ve zorunlu olarak
insanları aşırı ölçüde doğal kaynak kullanımına yönelmektedir.
Fakirliğin hızlı nüfus artışı ile birleşmesi halinde pek çok
gelişmekte ya da az gelişmiş ülkede olduğu gibi çevreye verilen
zarar daha da artmaktadır. Ancak fakirliğin çevreye verdiği
zararın sanayileşmenin çevreye verdiği zarar ile
karşılaştırıldığında, daha dar bir alanı etkilediğini en azından
kısa dönemde söylemek mümkündür. Sanayileşmenin çevreye verdiği
zarar, çok daha geniş boyutlu olup etkisi bütün dünyaya
yayılmaktadır. Öte yandan, kitle imha silahlarının (kimyasal,
biyolojik ve nükleer) dünyada hızlı bir şekilde yayılması bütün
insanlık adına potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
İnsanlık
tarihinde değişim ve gelişim her zaman kaçınılmaz bir gerçek
olmuştur. Bu değişimin ve gelişimin en radikal olanı ise
küreselleşmedir. Küreselleşmenin yapısında barındırdığı bu
radikallik küreselleşmeli ya da küreselleşmemeli şeklinde bir
gerilimi ortaya çıkarmıştır. Burada meydana gelen bu gerilimin
kaynaklarının ve sonuçlarının doğru bir şekilde tespitine ve
doğru bir şekilde anlaşılmasına çalışılmış ve iktisat biliminin
karşılaştırmalı üstünlük teorisinden yararlanılmıştır.
Bu bağlamda
küreselleşme, toplumsal bütünlük arasındaki gerçektir ve
kendiliğinden kaybolması da beklenemez. Bu mesele hususundaki
bağlayıcı düşünmedeki güçlük küreselleşmenin sonuçlarıyla
alakalı temel amprik ve analtik çalışmaların yapılmamış
olmasıdır. Pek çok ekonomistin inandığının tersine
küreselleşmenin nasıl işlediği hakkında tam bilgimiz maalesef
yoktur (Rodrik, 1997, s. 116). Bu yüzden küreselleşme hakkında
tam bilgi sahibi olunabilmesi ve küreselleşme paradoksunun
çözülebilmesi için amaçların daha şeffaf olması gerekmektedir.
Bütün bu
arayışların işaretleri ışığında elde edilen sihirli formül,
toplumların karakterlerini bir güç olarak ortaya koyabildikleri
sürece küreselleşme karşısında ezilmeyecekleridir. Dolayısıyla
her ülke gücünü milletinin karakterinden almaktadır. Bu noktada
küreselleşme, hassas dengelerdeki maksadı aşmadığı takdirde hem
insanlığın hem de az gelişmiş ülkelerin gelişmesindeki yegane
çözüm yolu olacaktır. Aksi takdirde maksadını aşan her olgu gibi
küreselleşme de tüm insanlığa zarar verecektir
KAYNAKÇA
KEVÜK, S.,
(2006). Bilgi Ekonomisinin Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Önemi,
Kahramanmaraş. YüksekLisasns Projesi.
RODRİK, D., (1997).
Küreselleşme Sınırı Aştımı?, (Çev: İzzet Akyol-Fatma Ünsal),
İstanbul. Kızılelma Yayıncılık.
ROGOWSKY, R, A., LINKİNS, L,
A., TSUJI, K, S., (2001). Trade Liberalization, London. CSIS
RUPP, M.
A., 2001. The Turkish Europen Union Accesion Process, Economic
Development Foundation Publications, İstanbul.
ORAN, B.,
(2000). Küreselleşme ve Azınlıklar, Ankara. İmaj Yayınevi.
ÖZTÜRK, A.,
(1998). Küreselleşen Dünyada Yöneticilik, Adana. Nobel Kitabevi.
WALTHER,
T., (2002). Dünya Ekonomisi (Çev: Ünsal Çağlar, The World
Economy), Bursa. Alfa/Aktüel Kitabevi.
Makale
Yazarı: İktisat Bilim Uzmanı Süleyman Kevük – Sütçü İmam
Üniversitesi
-----Küreselleşme; Tanımı,
Özellikleri, Gelişimi
|