|
GİRİŞ -
KÜRESELLEŞME VE KALKINMA
İkinci Dünya Savaşı'ndan
sonra devletin lokomotif görev üstlendiği,
büyüme ve ithal ikameci sanayileşme gibi
orta/uzun dönemli amaçların düşünce
örgüsünü yapılandırmaya yönelen kalkınma
iktisadı ve kalkınma ideali, 1970'li
yıllardan itibaren giderek önemini yitirmiş
görünmektedir. Bunun yerine, devletin
ekonomideki rolünün minimize edildiği, dışa
dönük sanayileşme/gelişme ve dünya
ekonomisiyle bütünleşme/küreselleşme
amaçları ikame edilmiş ve piyasa odaklı
çözümler ve kriz yönetimi gibi kısa dönemli
çözüm önerileri kabul görmeye başlamıştır.
Bu çalışma, dünyanın yaşadığı
son
otuz yıllık
dönemde küreselleşme-kalkınma ile
ilgili
gelişmeleri çeşitli boyutlarıyla
incelemeyi amaçlamaktadır. Bunun için önce
küreselleşme kavramı tarihsel bir
yaklaşımla ele alınmış ve daha sonra çeşitli
boyutlarıyla gelişim süreci gözden
geçirilmiş, ardından küreselleşme sürecinin
çeşitli göstergeler çerçevesinde gelişmekte
olan ülkelerin amaçlarıyla ne derece
örtüştüğü irdelenmiştir.
KÜRESELLEŞME: ÇOK BOYUTLU BİR KAVRAM
Küreselleşme son
zamanların popüler terimidir. Aslında siyasi
küreselleşmeyi de işin içine katarsak yüzyıldan daha
uzun bir geçmişi olan bir süreci tanımlamamız
gerekebilir (Yusuf vd., 2000: 3).
1970'li yıllardan
başlayarak hız kazanan ve elektronik/bilgi-işlem ve
iletişim
teknolojilerindeki güçlü değişimin yardımıyla bütün
dünyayı tek bir pazara çeviren küreselleşme
olgusunu, "ulusal ekonomilerin dünya piyasalarıyla
eklemlenmesi ve bütün iktisadi karar süreçlerinin
giderek dünya kapitalizminin sermaye birikimine
yönelik dinamikleriyle belirlenmesi" şeklinde
tanımlamak mümkündür (Yeldan, 2001: 13).
"Daha iyi bir terim bulunamadığı
için"
"küreselleşme" olarak tanımlanan bu olgu yazarların
kaleminde
dile
geldiği anlarda bile evrimini sürdürdüğü
için (Faik, 2001: xix) kaotik bir ortamda varlığını
devam ettirmektedir. Ekonomik etkinlik ve
tartışmalarda, siyasal mücadele ve platformlarda,
sosyal teoride ve sayısız toplumsal hareketlilikte
karşımıza çıkan küreselleşme
kavramı, sosyal
bilimcilerin 20. yüzyılın son
yıllarını
karakterize eden ekonomik, politik, sosyal
ve kültürel devinimlerini tanımlamakta öne
çıkardıkları bir ana kavram olmuştur (Kızıiçelik,
2003: 1).
Wallerstein, Samir Amin ve Roland Robertson gibi
sosyologlar küreselleşmeyi
kapitali/inin temelleri ve tarihsel gelişim süreci
ile
ilişkilendir-mekıe, küreselleşmenin yeni bir
olgu olduğunu reddederek "yüzyıllardır sistemin en
temel özelliklerinden biri olduğu halde, daha yeni
keşfedildiğini" (Wallerstein), küreselleşmenin "beşyüz
yıl önce Amerika'nın fethi ile başlayıp Aydınlanma
Çağı'nın evrenselliğinde devam eden bir süreç
olduğunu" (S. Amin) iddia etmektedirler (Kızılçelik,
2003: 56). Bazıları da küreselleşme sürecinin
geç-ortaçağ sonunda Avrupa'da Rönesansın başlaması
ve ulusal devletlerin kurulduğu yıllarda
başladığını ileri sürer (ECLAC, 2002: 18).
Küreselleşme terimi, kamu söyleminde giderek artan
bir duygusal yük de taşımaya başlamış, bazıları için
barış ve demokratikleşmede çığır açarak uluslararası
sivil toplum söylemini gerçekleştirecek bir
anahtarı, bazıları için ise güçlü bir ülkenin
ekonomik ve siyasal egemenliğini ve bunun kültürel
yansıması olarak "metastazla her yere yayılmış bir
tür Disneyland'ı andıran türdeşleşmiş bir dünyayı ve
kültürel bir Çernobil'i" çağrıştırmaktadır (Berger,
2003: 10). Öyle görünüyor ki küreselleşmeye kötü
anlam yükleyenler çoğunlukla faydalarını görmezden
gelirken, küreselleşme yandaşları ise daha
"dengesiz" bir yaklaşımla ilerleme ile
küreselleşmeyi aynı anlamda kullanmaktadır (Stiglitz,
2002: 27).
Kaynak: Sami Taban
ve Muhsin Kar'ın (2003) "Kalkınma Ekonomisi Seçme
Konular"
(Bursa: Ekin Yayınevi) adlı edit kitabından
alınmıştır.
|