|
KÜRESELLEŞME GERÇEK Mİ?
Ekonomik, siyasal ve kültüre!
alanlarda içinde var olunan, uluslararası,
ulusal ve toplumlar arası ilişkilerde
yaşanan değişim ve dönüşümler "küreselleşme
süreçleri" olarak tanımlanırsa,
küreselleşme, '"yaşadığımız dünyada,
uluslar, toplumlar ve yerel gruplar arası
karşılıklı ilişkilerin ve etkileşimlerin
genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanması ile
ilgili tüm eğilimleri ve olguları"
kapsayıcı bir şekilde temsil etmektedir
(DPT, 2000: 1). Bu durumda, kavramın daha
iyi anlaşılabilmesi ve ayrıntılarına
girilebilmesi için sınıflandırılarak
incelenmesi bir gereklilik olmaktadır.
Küreselleşmeyi başlıca dört ana başlık
altında irdelemek mümkündür:
•
Ekonomik küreselleşme
•
Siyasi ve hukuki küreselleşme
•
Sosyo-küllürel küreselleşme
•
Bilimsel ve teknolojik
küreselleşme
Şimdi kısaca,
bu küreselleşme unsurlarının neleri kapsadığını
inceleyelim.
Ekonomik Küreselleşme
Ekonomik
küreselleşme başlıca üç alt süreci
kapsamaktadır. Üretimin ve ticaretin
küreselleşmesi ve finansal küreselleşme.
Dünya
ekonomisi üzerine yapılan gözlemler, son iki
yüzyılda iki farklı "salınım" altında iki
küreselleşme evresinin yaşandığını ortaya
çıkarmaktadır (Dollar. 2001, 2; Yeldan, 2003:
431 vd). Bunlardan birincisi. 1870-1914 yılları
etrafında yani sanayi devriminin ardından
yaşanmış olan dönemdir ve bu dönemin temel
özelliği dramatik bir biçimde düşen ulaşım
maliyetleri ve serbest ticaret nedeniyle büyük
bir dış ticaret hacmi patlaması ve buna paralel
olarak emek ve sermayenin önemli ölçüde
hareketli hale gelmesidir (EGLAC, 2002: 18). Bu
süreç, 18. yüzyıla kadar dünya üretiminin
lideri olan Hindistan gibi bazı ülkelerin geride
kaldığı ancak İngiltere ve ABD gibi güçlerin ön
plana çıktığı ve gelir eşitsizliklerinin arttığı
bir dünya ekonomik görüntüsü ile sona ermiştir.
Birinci küreselleşme evresinin temel özelliği
mal ticaretinin oldukça belirgin ve düzenli
kalıplar çerçevesinde yapılması, sistemin ise
ileri sanayi ülkelerinin imalata dayalı
üretimine ve yine bunların az gelişmiş
ülkelerden hammadde ve temel gıda ithal etmesine
bağlı olmasıdır. 1980 sonrasında yaşanmaya
başlayan ikinci evre ise diğerinin aksine
karmaşık bir yapı arzetmekte, birincisi reel mal
ve altın standardına dayalı bir işleyişe
sahipken bu ikinci evrede ulusal paraların
değişim değerleri reel hiçbir mal tarafından
desteklenmeyen bir ölçeğe bağlanmaktadır (Yeldan,
2001: 19).
Küreselleşmenin ve uluslararası ekonomik
bütünleşmenin derecesi çeşitli göstergeler ve
metotlar çerçevesinde saptanabilmektedir. (Herring
ve Litan, 1995; Harris. 1995; Kearney, 2004;
Prasad vd.,2003:12). Biz de çalışmanın bu
kısmında ekonomik küreselleşmenin çeşitli
boyutlarını inceleyeceğiz.
Ticaretin Küreselleşmesi
Her ne kadar
uluslararası ticaretin büyük kısmını gelişmiş
ülkeler kendi aralarında yapıyor olsalar da (Yeldan,
2001: 17) ikinci küreselleşme evresinde
uluslararası ticaretteki artış hızında önemli
gelişmeler gerçekleşmiştir. Bunun nedenleri
arasında soğuk savaşın sona ermesinin ardından
merkezi planlamaya dayalı ekonomilerin piyasa
ekonomisine yönelmesi,
ulaşım ve
iletişimin
kolaylaşması ve maliyetlerinin düşmesi, dünya
nüfusunun artışı gibi olguları saymak
mümkündür. Aşağıda yer alan Tablo l'de
görüleceği üzere dünya mal ticaretindeki artış,
dünya üretimindeki (GS.MH) artışın önünde
seyretmektedir.Dünya reel üretimindeki artış.
1948'den 1997'ye kadar ortalama %3,7 artarken
dış ticaretteki artış oranı %6 olmuştur. Bu
demektir ki, aynı dönemde hasıla 6 kat, ticaret
17 kat artmıştır. Dış ticaret hacminin GSMH'ya
oranı 1985-97 döneminde gelişmiş ülkeler için
%16,6 iken ^24.1'e. gelişmekte olan ülkelerde
ise %22.8'den %38,1'e çıkmıştır (DPT, 2000:
23-24).
Tablo 1:
Dünya Mal
Ticareti ve Üretiminde Yıllık % Değişim
|
1979-88
Ortalaması |
1986-95
Ortalaması |
1998 |
1999 |
2000 |
2001 |
2002 |
2003 |
Dünya Ticareti |
4,5 |
6,2 |
4,4 |
5,9 |
12,5 |
0.1 |
3.1 |
4,5 |
Dünya Üretimi |
3,4 |
3,3 |
2,8 |
3,7 |
4,7 |
2,4 |
3,0 |
3,9 |
Kaynak:
World Economic Outlook, 2004,1997.
Üretimin Küreselleşmesi
Ekonomik
küreselleşmenin bir başka boyutu üretimin
küreselleşme-sidir. Üretimde küreselleşme,
şirketlerin sınır ötesinde bağlı şirket kurarak,
yatırım yaparak, iştirake girerek veya fason
imalat anlaşmaları yoluyla üretim faaliyetlerini
çeşitli ülkelere yaymaları, üretimin farklı
aşamalarını ve şirketin üretim, pazarlama ve
finans gibi birbirinden farklı işlevlerini başka
ülkelerde
yerine getirmeleridir (Somel, 1996: 83).
Özellikle çok uluslu
şirketlerin, küresel boyutta kâr
planlarını yapmalarını izleyerek diğer ülkelerde
doğrudan sermaye yatırımı yapmaları şeklinde
işleyen bu süreç gelişmiş ülkelerin kendi
aralarında ve gelişmekte olanların da kendi
aralarında olmak üzere ayrı ayrı ele alınabilir.
Aşağıda yer alan Şekil l'de, J990'lı yılların
başında doğrudan yabancı yatırımın toplam
biriktirilmiş stokunun %75'ini.n ve akışının
%60'ının yalnızca Kuzey Amerika, Avrupa ve
Japonya'da toplandığı ve bunların uluslararası
yatırımın hem kaynağı hem de yönlendiricisi
olarak baskın durumda olduğu görülmektedir (Hirst
ve Thompson, 2000: 91).
Doğrudan
uluslararası yatırımların gelir akışında gerçek
hızlanmanın 1985'ten sonra kendini gösterdiği ve
yıllık 50 milyar dolarlık bir ritim ile 1989-1990
yılları arasında 200 milyar dolara. 1991-1992
yıllarındaki duraklamadan sonra I998'de 640 milyar
dolara ulaştığı görülür. Doğrudan uluslararası
yatırımların büyüme hızı dünya ticaretindeki
büyümenin iki katı. küresel GSYİH'nın büyümesinin
ise üç katına ulaşmıştır (Adda, 2002: 87).
UNCTAD
verilerine göre 1998 yılında 60.000 çok
uluslu şirket
tarafından kontrol edilen 500.000 ticaret
zincirinin küresel cirosunun 11.000 milyar
dolar olduğu
tahmin edilmiştir ki,
dünya mal ve hizmet ticareti için bu rakam
7.000 milyar dolardır ve bu durum küresel GSYİH'da
uluslararasılaşmış üretimin ağırlığının %9
dolaylarında olduğuna işaret etmektedir (Adda,
2002: 88).
Çok uluslu şirket
merkezlerinin %90'ı gelişmiş ülkelerdedir. 1990'lann
başında bunların %70'i on dört kalkınmış OECD
ülkesindedir. ABD Ticaretinin %80'i çok uluslu
şirketler tarafından yönetilmekte ve ABD ticaretinin
üçte birinin çok uluslu şirketler arası ticaretten
oluştuğu tahmin edilmektedir (Bonturi ve Fukasaku,
1993'ten aktaran Hirst ve Thompson, 2000: 81).
Doğrudan
uluslararası yatırımların gelişmekte olan ülkelere
yönelik seyrinde dikkat çekici olan unsur, güçlü
yoğunlaşmadır. 1998 yılında gelişmekte olan
ülkelere yapılan doğrudan uluslararası yatırımların
%70'inin Çin. Brezilya, Meksika, Arjantin, Polonya,
Şili, Malezya, Venezuela, Rusya ve Tayland'a
yöneldiği görülmektedir ki bunda Çin'in tek başına
aldığı pay dikkat çekmektedir (Adda. 2002: 93).
Tablo 2'den görüldüğü gibi doğrudan uluslararası
yatırımların akış hızı bütün ülkelerde hızla
artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelere giriş yapan
doğrudan yatırımlarda en büyük payı Uzakdoğu Asya
ve Latin Amerika almaktadır.
Tablo 2:
Doğrudan Yabancı
Yatırımlar (FDI) (Milyar $)
|
1982 |
1990 |
2002 |
FDI Girişler |
59 |
209 |
651 |
FDI Çıkışlar |
28 |
242 |
647 |
FDI İçsel Stok |
802 |
1954 |
7123 |
FDI Dış Stok |
595 |
1763 |
6866 |
Kaynak: UNCTAD World Inventment
Report 2003, FDI Policies for Development: National
and International
Perspectives.
Finansal
Küreselleşme
Ekonomik
küreselleşmenin diğer önemli ayağı finansal
piyasalardaki küreselleşme ve finansal entegrasyon
sürecidir. Önce gelişmiş ülkelerin ve daha sonra
gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret ve sermaye
hareketlerini düzenleyen kuralları serbest hale
getirmeleri ve buna paralel olarak
iletişim
ve elektronik teknolojilerindeki hızlı gelişmelerin
yaşanmasının ardından bankalar dışındaki mali
kuruluşların da küresel finans piyasalarına
katılması finansal küreselleşmeyi başlatan ve
hızlandıran sebeplerdir (DPT, 2000: 35).
Finansal
küreselleşme ile birlikte, zaman içinde önemli
ekonomik etkileri (Prasad vd., 2003) ortaya çıkacak
olan bir süreç başlamış, finansal hizmetler
sektöründe daha önce var olan bankacılık, sermaye
piyasası ve sigortacılık gibi alt piyasalar
arasındaki sınırlamalar ortadan kalkmaya başlamış,
dolaylı finansman yerini doğrudan finansmana bırakma
eğilimine girmiş ve bunun sonucunda menkul
kıymetleştirme uygulamaları ağırlık kazanmıştır
(Alp, 2000: 68).
Uluslararası
finansal bütünleşme ile ilgili olarak yapılan bir
çalışmada (Lane ve Milesi-Ferreti, 2001) 1970'li
yıllardan itibaren sermaye üzerindeki
sınırlamaların sanayileşmiş ülkelerde 1990'lı
yılların sonuna doğru neredeyse ortadan kalktığı,
gelişmekte olan ülkelerde ise 1970'lerin başındaki
değerin yaklaşık üçte birine indiği saptanmıştır.
Aralarında bazı
niteliksel farklılıklar ön plana çıksa da,
uluslararası sermaye hareketlerinin akışkanlık
hızındaki artış daha önce sözü edilen küreselleşme
evrelerinin her
ikisinin
de belirleyici özelliğidir (Yeldan, 2001: 19).
Aşağıda yer alan Tablo 3'de global sermaye
hareketlerinin seyri izlendiğinde, artan büyüme
dikkat çekmektedir.
1984-1989
döneminde 13,5 milyar dolar olan net özel sermaye
akımları 1996 yılında 214,9 milyar dolara kadar
çıkmış, ve daha sonra küresel krizin etkisiyle bir
miktar düşmüş ve 1997'de 123,5 milyar dolara
ulaşmıştır. Benzer eğilim net portföy yatınmlarında
da gözlenmektedir. Günümüzde finansal sermayenin
akışkanlığı öylesine uyarılmıştır ki, 1980'lerin
sonlarında bir gündeki hacmi 190 milyar dolar olan
dünya döviz piyasası işlemleri bugün 1.7 trilyon
dolara ulaşmıştır (Yeldan. 2001: 19).
Tablo 3:
Net Sermaye
Akımları (Milyar ABD Doları)
|
1984-1989 |
1990-1996 |
1994 |
1995 |
1996 |
1997 |
Toplam |
|
|
|
|
|
|
Net Özel Sermaye Akımları |
13,5 |
144,2 |
155,7 |
195,3 |
214,9 |
123,5 |
Net Doğrudan Yatırımlar (FDI) |
13,0 |
64,8 |
85,3 |
99,6 |
120,4 |
147,2 |
Net Portföy Yatırımları |
4,4 |
64,0 |
104,4 |
40,7 |
80,2 |
69,9 |
Diğer Net Yatırımlar |
-3,8 |
15,4 |
-34,0 |
55,1 |
14,2 |
-93,5 |
Net Resmi Yatırımlar |
26,2 |
17,4 |
-2,1 |
23,2 |
3,2 |
22,4 |
Rezervlerdeki Değişmeler |
-14,4 |
-79,6 |
-75,4 |
-12,10 |
-106,2 |
-37,7 |
Kaynak: IMF VVorld Economic Outlook, Financial
Tıırbulance and the World Economy, October 1998.
s.60.
1990-1998 yıllan
arasında 1083,6 milyar doları 16 yeni-gelişen
piyasa ekonomisine olmak üzere tüm gelişmekle olan
ülkelere toplam 1890,6 milyar dolarlık bir sermaye
girişi yaşanmıştır ve aynı dönemde sermaye
çıkışının 577,2 milyar dolar olduğu düşünülürse net
sermaye girişinin 1313,4 milyar dolar düzeyine
geldiği görülmektedir (Yeldan, 2001: 21).
Sermaye girişinin
ülkelere faydası olabileceği gibi, bir takım
riskleri de içermesi nedeniyle fınansal küreselleşme
oluşumu iki yönlü bir olay olarak görülebilir
(Alper ve Öniş, 2001: 204). Finansal küreselleşmeyi,
en gelişmiş devletlerin, dünya ekonomisini çok
taraflı düzenleme sistemi çerçevesinde
yerleştirdikleri düzenlemelerin sınırlarını çizme
süreci şeklinde de analiz etmek ve yorumlamak
mümkündür. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında
karşılaştığımız kontrol dışı ve istenmeyen şu
ekonomik gelişmeler, finansal küreselleşmenin de
katalizörleri olmuştur: 1960'lı yıllarda ABD
kaynaklı kontrolsüz sermaye çıkışları, 1970'li
yıllarda ortaya çıkan petrol krizleri ve 19S()'li
yıllarda gelişmekte olan ekonomilerin borç krizi ile
ABD'nin aşırı borçlanması (Adda, 2002: 102).
Siyasi ve
Hukuki Küreselleşme
Küreselleşme
20.Yüzyılda birdenbire ortaya çıkan bir gelişme
değildir, küreselleşme yüzyıllardan beri vardır ve
günümüzdeki önemi küreselleşmenin hız kazanmasından
kaynaklanmaktadır. Küresel bir "dünya
sistemi"
özlemi 19. Yüzyıldan önce Pax Romana ve Pax Ottoman
egemenliklerinde vücut bulmuş ve l*tüm
dünyayı kapsayan ve etkileyen" modern anlamdaki
küreselleşme deyimi Pax Britannica ile 19. Yüzyıl
İngiltere'sinin geliştirdiği dünya düzeni şeklinde
yaşanmıştır (DFP, 2000: 50).
21.Yüzyılda,
küreselleşme bütün unsurlarıyla güç kazanırken dünya
siyasal ve askeri sistemi de tek kutupluluğa doğru
gitmektedir. Bu süreçte yeni siyasal oluşumlar
ortaya çıkabilir ve bazı ülkelerde yukarı doğru ani
sivrilmeler veya güç kayıpları ortaya çıkabilir,
ancak yeni dönemin ortak özelliği "belirsizliğin"
egemenliğidir. Küresel iletişimin neredeyse devrim
denilebilecek hızdaki gelişimi, dünyada demokrasinin
ve insan haklarının önünü açarken ulusal
egemenlikler sarsılmakta, coğrafi sınırlar önemsiz
hale gelmekte ve toplumlar birbirlerine karşı daha
bağımlı hale gelmektedir. "Mesafenin/mekanın
daralması yönünde bir eğilimi de gösteren
küreselleşme, "dünya toplumu"nun oluşmasını teşvik
eden dinamikleri de barındırırken
yerel-ulusal-küresel düzeydeki olayların etkilerinin
içindeki oluşumunu da gerçekleştirmektedir. Mülk
temeline dayalı ulus-devletler. egemenliklerini
geleneksel olarak
alıştıkları
gibi sürdürememekte. kurallarını kendilerinin
oluşturamadığı bir ortamda uluslar üstü hukuk,
uluslararası/bölgesel örgütler ve çok uluslu
şirketlerin gittikçe artan baskısını
hissetmektedirler (DPT, 2000: 55). Artık devlet
kavramı da değişmekte ve küresel dünyanın
gereksinimlerine göre yeniden şekillenmektedir.
Sosyal ve
Kültürel Küreselleşme
Küreselleşmeyle
birlikte, ekonomisi güçlü ülkelerin katsayısı daha
fazla olmak üzere, ülkelerin birbirlerini sosyal ve
kültürel olarak etkileme dereceleri artmıştır.
Ekonomide olduğu gibi, sosyal ve kültürel normlar da
giderek tek bir eksene oturmakta, iletişim
teknolojilerinde de başı çeken gelişmiş ülkelerin
yaşayış/düşünüş biçimleri ve kültürel değerleri,
toplumun ve insanın birbirlerine bakış açılarını
özetleyen sosyal değerleri gelişmekte olan diğer
ülkeleri derinden etkilemektedir. Yaşadıkları
kültürel depreme karşı bazıları militan bir tutumla
karşı çıkmaktadır, oysa bu tutumun maliyeti
gerçekten çok yüksektir, çünkü "küresel kültürün
tümüyle dışında kalmak küresel ekonominin de
neredeyse tümüyle dışında kalmayı" gerektirmektedir
(Berger, 2003: 18). Bu nedenle Çin gibi bazı
ülkelerde küreselleşme parti-devletin amaçları
içinde önemli bir yeri olan modernleşme projesi
kapsamında yeniden yorumlanırken (Yan. 2003: 55),
Tayvan'da devlet küreselleşme lehine "hızlandırıcı"
ve "özendirici" rol üstlenmekte (Hsiao, 2003: 75),
Japonya'da küreselleşme karşısında olumlu anlamda
"reform"un gerekli ve meşru olduğu vurgulanmaktadır
(Aoki, 2003: 96).
Bilimsel ve
Teknolojik Küreselleşme
Gelişmiş ülkelerin
bilim
ve teknoloji kültürü, bilimsel süreçle ilgili
akademik akımlar, doğrudan uluslararası yatırımlar
ve üretim sistemlerindeki yansımalar gibi çeşitli
yollar ile gelişmekte olan ülkeleri etkilemektedir.
Dünyadaki üretim
sistemlerinde 1970'lerde ortaya çıkan değişimin
çekirdeğini, mikro-elektronikteki gelişmelerin
ivmelendirdiği programlanabilir otomasyon
teknolojileriyle donanmış yeni sınai üretim
örgütlenmeleri oluşturmuş, bilgisayar destekli ve
nümerik kontrollü tasarım ve üretim sistemleri
esnek ve hatasız bir üretim süreci ortaya
çıkarmıştır. Teknolojik küreselleşme, sanayi
stratejilerini köklü bir biçimde etkilemekte, sınai
yeniden yapılanmayı şekillendirmekte, yeni ekonomik
faaliyet alanları kurulmasına aracılık etmektedir
(Eser, 1995: 7-9). Teknolojik küreselleşme sadece
üretim sistemlerini değil, istihdamın boyutlarını ve
işgücü piyasalarının karakterini de değiştirmekte,
iş süreçleri ve organizasyonu da yeni sisteme uyum
sağlayacak mekanizmalar geliştirmektedir.
Bilimsel ve teknolojik
küreselleşmenin avantajlarından gelişmekte olan
ülkelerin yararlanma derecesinin sorgulanması
oldukça çetin
bir tartışma
alanı oluşturmaktadır. Çünkü
bilim
ve teknolojinin üretiminde ve geliştirilmesinde
gelişmekte olan ülkelerin edilgen bir konumda olduğu
iddia edilmektedir.
Kaynak: Sami Taban
ve Muhsin Kar'ın (2003) "Kalkınma Ekonomisi Seçme
Konular"
(Bursa: Ekin Yayınevi) adlı edit kitabından
alınmıştır.
|