ÜNİTE 1 -
ÜNİTE 2 -
ÜNİTE 3 -
ÜNİTE 4 -
ÜNİTE 5 -
ÜNİTE 6
BANKACILIK : YÖNETİM VE PERFORMANS
BANKA BİLANÇOSUNUN ÖZELLİKLERİ
Ticari bir
işletme olarak bankaların belirli bir dönem içerisinde nasıl
çalıştıklarını ve amaçlarına dönük olarak nasıl bir performans
sergilediklerini değerlendirebilmenin yolu bankalara ait
finansal tabloları incelemektir. Bu finansal tablolar içerisinde
en önemli ikisi bilanço ve gelir tablosudur.
Bir
bankanın nasıl çalıştığını anlamanın en iyi yolu bankanın
varlıkları ile yükümlülüklerini özetleyen bilançosunu
incelemektir. Çift taraflı kayıt sisteminin bir gereği olarak,
bilanço bilinen bir temel özdeşliğe dayanır;
Varlıklar = Borçlar + Sermaye
Aktifler Pasifler
Yukarıdaki temel özdeşlik bir diğer açıdan değerlendirildiğinde,
bilançonun pasifi bu işletme için fon kaynaklarını (yani, bu
işletmenin hangi kaynaklardan fon elde ettiğini) gösterirken,
bilançonun aktifi, çeşitli kaynaklardan toplanan fonların nasıl
kullanıldığını ifade eder.
Fon
kaynakları temelde iki grupta toplanmaktadır:
Ø
Öz kaynaklar
Ø
Yabancı
kaynaklar
Bir banka, para
ticareti yapan bir kurum olarak, öz kaynaklarını değil, yabancı
kaynakları temel fon kaynağı olarak kullanan bir kuruluştur. Bu
bağlamda bankalar mevduat satarak (ihraç ederek) ve borçlanarak
fon toplarlar. Toplanan bu fonlar varlık elde edilerek
kullanılır. Toplanan fonlarla elde edilen varlıklar arasında en
önemlileri krediler ve menkul kıymetlerdir.
Bankalar, söz konusu kaynakların maliyetine oranla varlıklar
aracılığı ile daha fazla gelir yaratarak kar elde ederler.
Aşağıdaki tablo 2003 yılı sonu itibarı ile Türk bankacılık
sistemine ait toplulaştırılmış özet bilançoyu göstermektedir.
31/12/2003
Aktif %
Pasif %
Rezervler 20
Zorunlu 5
Serbest 15
Menkul Kıymetler 43
Kamu 40
Diğer 3
Krediler 25
Kısa Vadeli 14
Uzun Vadeli 11
Diğer Varlıklar 12
AKTİF TOPLAMI 100 |
Mevduat 65
Vadesiz 8
Vadeli 57
Mevduat dışı Kaynaklar 16
İnterbank 7
T.C. Merkez
Bankası 0
Uluslararası 9
Menkul
Kıymet
Sermaye 13
Diğer Pasifler 6
PASİF TOPLAMI 100 |
A. Yükümlülükler
Bir banka yükümlülük ihraç ederek (satarak) fon elde
eder ve bu nedenle banka bilançosunun pasifi bize fon
kaynaklarını gösterir. Pasif yaratarak veya yükümlülük satarak
elde edilen bu fonlar gelir getirici varlıkların (kredi ve
menkul kıymet gibi) satın alınmasında kullanılır.
1. Mevduatlar
Mevduat, istendiği zaman veya belirli bir vade sonunda geri
alınmak üzere bankaya yatırılan fonlardır. Banka açısından
değerlendirildiğinde, mevduat, bankanın mevduat sahiplerinden
aldığı borcu ifade eder. Mevduat sahipleri açısından
değerlendirildiğinde ise mevduat, mevduat sahibinin bankaya
vermiş olduğu kredi gibi düşünülebilir.
Ülkedeki yasal düzenlemeler mevduatın farklı biçimlerde
sınıflandırılmasına neden olabilir. Örneğin, ülkemizde bu
sınıflandırmada mevduatlar dörde ayrılmaktadır:
Ø
Tasarruf
mevduatı :
Gerçek
kişilere ait mevduatlardır.
Ø
Ticari
mevduat :
Ticari
işlemlere ait mevduatlardır.
Ø
Resmi mevduat
:
Kamu kurumlarına ve kamusal hizmet sunan tüzel kişiliklere ait
mevduatlardır.
Ø
Bankalar
mevduatı :
Bankaların birbirlerine yatırdıkları mevduatlardır.
Mevduatların vadeleri
açısından vadesiz ve vadeli mevduat şeklinde sınıflandırmakta
mümkündür. Bankalara istendiği zaman çekilmek üzere yatırılan
mevduatlar vadesiz mevduat, belirli bir vade sonunda geri
alınmak üzere belirli bir faiz karşılığında yatırılan
mevduatlara ise vadeli mevduat denilmektedir.
Bu
tanımlamalar esas alındığında, vadesiz mevduatlar genellikle
işlem amacıyla bankacılık sisteminde bulundurulan mevduatlardır.
Kaldı ki bu mevduatlar üzerine çek yazılabilmesi bunların
likiditesini nakde yaklaştırmaktadır. Bu nedenle, bankalar
açısından vadesiz mevduatlar akışkan ve ucuz maliyetli bir
kaynaktır. Son yıllarda, ticari bankalar, mevduat sahiplerine
sundukları hizmetleri çeşitlendirerek (otomatik fatura ödeme,
kredi kartları, ATM ağının yaygınlaştırılması gibi) daha çok
vadesiz mevduatı bankalarına çekmeye çalışmaktadırlar.
Vadeli mevduat yapısı gereği, faiz oranının vadesiz mevduata
göre daha yüksek olması nedeniyle, bankalar açısından pahalı bir
kaynağı ifade eder. Belirli bir süre sonunda geri alınabilecek
olması nedeni ile, vadeli mevduatlar likiditeden vazgeçmenin
bedelini yansıtacak biçimde daha yüksek faiz ödemesine konu
olurlar.
Son yıllarda vadesiz
mevduatlar içerisinde değerlendirilebilecek bir başka fon
kaynağı da yüzen fonlardır. Bu kaynak, bankaların
kasalarına giren ve birkaç gün bekleyen fonlardır. Bu şekilde
bankalar çok düşük maliyetle önemli miktarlarda fon toplamış
olurlar. Örneğin, çalışanların maaş ve ücretlerinin banka
hesaplarına yatırılması, bankaların elektrik, telefon, doğal gaz
gibi periyodik fatura ödemelerini tahsil etmeleri gibi hizmetler
aslında bankalara önemli miktarlarda yüzen fon sağlamakta ve
ortalama kaynak maliyetini azaltıcı yönde etki yaratmaktadır.
2. Mevduat Dışı Kaynaklar
Bankaların
kullanabileceği bir diğer yabancı kaynak, bankaların borçlanarak
fon elde etmeleridir. Bankalar bunu dört farklı biçimde
yapabilmektedir.
Ø
Tahvil ve
bono ihracı :
Ülkemizde
uzun yıllar yaşanan yüksek enflasyon nedeni ile Türk bankacılık
sisteminin bu yöntemle sağladığı fonların topla kaynaklar
içindeki payı %0’a yakındır.
Ø
Merkez
bankasından borçlanma :
Reeskont kredisi olarak adlandırılan bu fon kaynağının Türk
bankacılık sisteminin toplam kaynakları içindeki payı yaklaşık %
0’dır.
Ø
Diğer
bankalardan borçlanma :
Bankalar
arası (İnterbank) piyasalar aracılığı ile sağlanan bu kaynaklar
genellikle kısa vadeli kaynaklardır. Bankaların rezerv
açıklarını ve acil nakit ihtiyaçlarını karşılamada kullanılan
kaynaklar olarak değerlendirmek gerekir. Türk bankacılık
sisteminde toplam kaynakların yaklaşık %7’si bu sayede
sağlanmaktadır.
Ø
Uluslararası
piyasalardan sağlanan krediler :
En önemli
kaynaktır. Toplam kaynakların yaklaşık %9’u uluslararası
piyasalardan sağlanan kredilerden oluşmaktadır. Alınan bu
kredilerin çok büyük bir bölümü sendikasyon kredilerinden
meydana gelmektedir.
Sendikasyon kredisi, uluslararası piyasalarda çeşitli büyüklükteki
bankaların, bir konsorsiyum lideri banka öncülüğünde bir araya
gelmesi ile oluşturulan bankalar grubunun bir bankaya verdiği
kredidir.
3. Diğer pasifler
Ödenecek
vergiler, diğer karşılıklar ve yukarıdaki sınıflandırmaya dahil
edilmeyen kaynakların yer aldığı bu pasif kalemin toplam
içindeki payı %6 civarındadır.
4. Sermaye
Bankaların öz
kaynaklarından oluşan kaynaklarını ifade eden kalemdir. Bunlar
arasında bankanın ödenmiş sermayesi, yedek akçeleri, yeniden
değerleme fonları ve nihayet dönem karı yer almaktadır.
Bu
şekilde değerlendirildiğinde, sermaye, bankanın varlıkları ile
borçları arasındaki farkı ifade eden net değer olarak ele
alınmaktadır. Türk bankacılık sisteminde bu oran yaklaşık % 13
civarında çıkmaktadır. Bankanın sermayesi veya daha doğru bir
deyimle net değeri, varlıkların değerinde yaşanacak bir düşme
karşısında bir güvence olma özelliği taşımaktadır. Yaşanan
finansal krizlerde ve batık kredi sorunuyla karşılaşıldığında bu
kalem son derece önemli bir kaynak haline gelmektedir.
B. Varlıklar
Yukarıda
dağılımını gördüğümüz kaynaklardan elde edilen fonlar, banka
tarafından gelir getirici varlıkların satın alınmasında
kullanılır. Bu nedenle banka bilançolarının aktif kısmı bankanın
fon kullanım yapısını gösterir.
Söz
konusu varlıklardan elde edilen gelir ile pasifler nedeniyle
katlanılan fon maliyetleri arasındaki olumlu fark bankanın
karını oluşturmaktadır. Ülkemizde söz konusu fon kullanım
alanları arasında rezervler, krediler, menkul kıymetler ve diğer
varlıklar şeklinde bir genelleme yapmak mümkünüdür.
1. Rezervler
Tüm bankalar
çeşitli kaynaklardan elde ettikleri fonların bir kısmını nakit
veya nakde kolayca çevrilebilen varlıklarda tutarlar. Bankaların
bu şekilde davranmalarının iki nedeni vardır.
Ø
Zorunlu
Rezervler :
Yasa gereği
bankalar topladıkları mevduatın belirli bir oranına karşılık
gelen kısmı merkez bankasındaki bir hesapta tutmakla
yükümlüdürler. Zorunlu rezervler adı verilen bu tür rezervlerin
hesaplanmasında esas olan zorunlu rezerv oranı ise merkez
bankası tarafından belirlenmektedir.
Ø
Serbest
rezervler :
Bankalar serbest rezervler adı altında ek rezerv
bulundurmaktadırlar. Bankalar, acil nakit ihtiyaçlarını
karşılayabilmek ve piyasada karşılaşabilecekleri karlı
fırsatları değerlendirebilmek için, topladıkları fonların bir
kısmını nakit veya nakde kolayca dönüştürülebilen varlıklarda
kullanmayı tercih ederler.
2. Krediler
Bankalar, finansal
sistemde üstlendikleri temel fonksiyon olan fon transferleri
fonksiyonunu, fon fazlası olanlardan topladıkları fonları, fon
açığı olan ekonomik birimlere aktararak yerine getirirler. Bu
aktarma mekanizmalarından bir tanesi, fon ihtiyacı olan
birimlerin çıkarttıkları menkul kıymetleri satın almak, diğeri
de bunlara kredi açmaktır.
Dolayısıyla kredi, kullanan kişi veya kurum açısından bir borç
niteliğinde iken, banka açısından bir alacak veya varlık
niteliğindedir. Krediler, tüm varlıklar içerisinde likiditesi en
düşük olan varlık niteliğindedir. Öte yandan, krediler, tüm
varlıklar içerisinde geri ödememe riski en yüksek varlık olma
özelliğine de sahiptir.
Türkiye’de bankalar başta mevduat olmak üzer çeşitli
kaynaklardan topladıkları fonların ancak % 25’ini krediye
dönüştürmektedir. Gelişmiş ülkelerde bu oranın ortalama % 60
civarında olduğu düşünülürse, bu oran oldukça düşük kabul
edilmelidir. Bu durumun ortaya çıkmasında üç farklı sebepten söz
etmek mümkündür;
Ø
Eksik Rekabet
:
Bankacılık sisteminin eksik rekabet koşullarında çalışması, kar
maksimizasyonu açısından açılan kredilerin sınırlı kalmasına
neden olmaktadır
Ø
Kamu Kesimi
Bütçe Açığı :
Türkiye’de
kamu kesiminin büyük bütçe açıkları nedeniyle yüksek bir
finansman ihtiyacı içinde olması (yani borçlanma gereksiniminin
yüksek olması) kamu kesimi tarafından çıkartılan yüksek faizli
ve düşük riskli menkul kıymetleri cazip hale getirmektedir.
Böylece özel kesime kredi olarak kullandırılabilecek fonlar kamu
kesimine aktarılmış olmaktadır.
Ø
Krizler ve
Ekonomik Durgunluk :
Son dönemde Türk bankacılık sisteminde yaşanan krizler ve
ekonomik durgunluk bankaların ihtiyatlı davranarak yüksek
rezervle çalışmalarına yol açmaktadır.
3. Menkul Kıymetler
Bankanın gelir
getirici varlıkları arasında ter alan kredilerden sonraki ikinci
tür varlık, bankanın portföyünde yer alan menkul kıymetlerdir.
Burada sözü edilen menkul kıymetlerin tamamı borç ifade eden
tahvil ve bono türü menkul kıymetlerdir. Birçok ülkedeki
düzenlemelerle, bankaların hisse senedi portföyü oluşturmaları
yasaklanmış veya önemli ölçüde sınırlandırılmıştır. Hisse
senetleri mülkiyet ifade eden menkul kıymet kategorisinde
oldukları için, bankanın menkul kıymetleri içerisinde değil,
bankanın iştirakleri arasında değerlendirilmektedir.
Bankaların varlıkları arasında yer alan borç ifade eden menkul
kıymetleri iki grupta incelemek mümkündür : Kamu kesimine ve
özel kesime ait tahvil ve bonolar.
Türk
bankacılık sistemi açısından toplam varlıklar içerisinde bu
kadar yüksek bir oranda kamu kesimi kaynaklı menkul kıymet
stokunun bulunması
ciddi bir faiz riski de doğurmaktadır.
4. Diğer Varlıklar
Bankalar sadece kredi
ve menkul kıymet şeklinde varlıklara sahip değildirler. Bu
sınıflandırmaya dahil edilemeyen sabit varlıklar (binalar,
bilgisayar sistemleri gibi) ve iştirakler başta olmak üzere
sahip olunan diğer varlıklar bu kalem içerisinde yer
almaktadır.
BANKA YÖNETİMİ : GENEL İLKELER
Bir banka
yöneticisi bilançonun aktifinin ve pasifinin nasıl
şekilleneceğine karar verirken dört temel faktörü göz önünde
tutar.
Ø
Likidite
yönetimi :
Mevduat
çıkışı ile karşılaşıldığında müşterilerin taleplerini
karşılayabilmek için bankanın elinde ne kadar serbest rezerv
tutması gerektiğine karar verilmesi gerekir. Bir bankanın
mevduat şeklindeki yükümlülüğü karşılığında elinde ne kadar
nakit veya nakde kolayca dönüştürülebilecek varlık tutacağına
karar verilmesi süreci likidite yönetimi olarak
adlandırılmaktadır.
Ø
Aktif
yönetimi :
Banka yönetimi varlıkları en düşük risk yaratacak şekilde
çeşitlendirmelidir. Bankanın varlıkları nedeniyle ne miktarda
risk üstleneceğine karar verilmesi süreci aktif yönetimi olarak
bilinir.
Ø
Pasif
yönetimi :
Banka yönetimi kaynakların en düşük maliyetle nasıl elde
edileceğine karar vermek durumundadır ve bu süreç pasif yönetimi
olarak adlandırılır.
Ø
Sermaye
yönetimi :
Son olarak, banka yönetimi bankanın sürdürmesi gereken sermaye
miktarının ne olacağına ve bu sermayenin nasıl elde edileceğine
karar vermelidir. Bu süreç ise sermaye yönetimi olarak
adlandırılmaktadır.
Likidite
Yönetimi
Likidite
yönetimi,
bankaların
mevduat şeklindeki yükümlülükleri karşılığında ellerinde ne kadar serbest rezerv bulunduracaklarına karar verme
süreci olarak tanımlanır.
Mevduat çıkışları
karşısında elinde yetersiz serbest rezerv bulunduran bir banka,
söz konusu net rezerv açığını finanse etmek zorundadır. Bu net
rezerv açığının finansmanı için bankanın kullanabileceği dört
tür finansman şekli söz konusudur:
Ø
Merkez
banaksından reeskont kredisi alabilirler
Ø
Bankalar
arası piyasadan borçlanma yoluna gidebilir
Ø
Elindeki
menkul kıymetlerin bir kısmını piyasa koşullarında satabilir
Ø
Kredileri
çağırabilir (vadesinden önce ödenmesini isteyebilir).
Bu finansman
yöntemlerinin her biri bankaya bir maliyet getireceği için,
banka rezerv
açığı sorunu
ile karşı karşıya kalmayacak ölçüde yüksek bir serbest rezervle
çalışmalıdır. Ancak banka elinde serbest rezerv tutarak faiz
geliri elde edeceği bir miktardan vazgeçiyor demektir.
Dolayısıyla, banka elinde ne kadar çok serbest rezerv
bulundurursa katlanacağı fırsat maliyeti o derece yüksek olacak
ve karlılığı düşük kalacaktır.
İşte
banka yönetimi, bankanın ne kadar serbest rezerv bulunduracağına
karar verirken bu iki hususu göz önünde tutmak zorundadır :
Karlılığı azaltmayacak ve acil bir durumda ek kaynak maliyeti
yaratmayacak düzeyde serbest rezerv bulundurulmalıdır.
2. Aktif Yönetimi
Bir bankanın
sahip olduğu kaynakların, en yüksek getiriyi en düşük riskle
elde edecek şekilde nasıl kullanabileceğine karar verilmesi
süreci olarak tanımlanan aktif yönetimi, fon kullanım yapısının
nasıl şekilleneceğine karar verilmesidir.
Zira, banka karını maksimize edebilmek için, sahip olduğu
kaynakları en yüksek getiriyi en düşük riskle sağlayacak
kullanım alanları arasında dağıtmalı ve bu süreçte ihtiyaç
duyacağı likiditeyi elde bulundurma olanağına sahip olmalıdır.
Bankalar bu amaçlarına dört adet yönetim ilkesi ile ulaşırlar;
Ø
Açılacak
kredilerde mümkün olan en yüksek faizi ödeyecek ve geri ödememe
riski en düşük olan müşterilerin bulunması
Ø
Satın
alınacak menkul kıymetlerde en yüksek getiriye ve en düşük riske
sahip menkul kıymetlerin tercih edilmesi
Ø
Varlıklar
arasında riski en düşük düzeye indirecek biçimde çeşitlendirme
yapılması
Ø
Bankanın
karlılığını azaltmayacak miktarda serbest rezervle çalışılması
Bankalar,
yukarıdaki açıklamalara göre karmaşık gibi görünen bu süreci
daha önce gördüğümüz bir kavramı, efektif vade (durasyon)
kavramını kullanarak kolaylaştırabilirler.
3. Pasif Yönetimi
Pasif
yönetimi, bir bankanın en düşük maliyetle alternatif fon
kaynaklarından ne ölçüde yararlanacağına, yani bankanın fon
kaynak yapısının nasıl şekilleneceğine karar verilmesi
sürecidir.
Özellikle teknolojideki hızlı gelişme sonucu hızla büyüyen
bankalararası piyasalar ve uluslararası sermaye hareketlerine
getirilen sınırlamaların gevşetilmesi sonucu uluslararası
piyasaların daha yoğun kullanımı pasif yönetimi
politikalarının önem kazanmasına yol açan temel nedenler
arasında sayılabilir.
Bankanın aktifi ve pasifi nedeniyle faiz oranı
değişikliklerinden ne ölçüde etkileneceğinin belirlenmesi
amacıyla yürütülen analiz açık analiz veya gap analizi
olarak adlandırılır. Açık analizi iki boyutta
gerçekleştirilmektedir;
a.
Gelir açığı :
Faize duyarlı aktifler ile faize duyarlı pasifler arasındaki farktır.
b.
Efektif vade açığı (durasyon açığı) :
Faiz oranı değişikliklerinin bir bankanın net değeri üzerinde ne
kadar etkili olacağını belirlemeye olanak sağlayan ölçüttür.
a.
Gelir açığı
Faiz oranı
değişiklikleri karşısında bankanın net gelirinin ne kadar
etkileneceği gelir açığı kavramı ile ölçülmektedir. Gelir
açığı, faize duyarlı aktifler ile faize duyarlı pasifler
arasındaki farktır. Faize duyarlı aktifleri RSA, faize duyarlı
pasifleri RSL ile gösterirsek, gelir açığı (GAPI)
GAPI = RSA – RSL şeklinde hesaplanabilir.
Örneğin, bankanın faize duyarlı aktifleri toplamı 378 milyar ,
faize duyarlı pasifleri toplamı 472 milyar YTL ise gelir
açığı,
GAPI
= 378 – 472 = - 94 milyar YTL olarak bulunur
Açık
değeri bilindikten sonra, faiz oranı değişikliklerinin bankanın
net faiz gelirini nasıl etkileyeceğini
ΔI = GAPI x Δi eşitliği ile kolayca
hesaplayabiliriz
Bu eşitlikte ΔI
bankanın faiz gelirindeki değişimi, Δi ise faiz oranındaki
değişimi ifade etmektedir. Örneğin, ekonomide faiz oranı %20’den
%17’ye düştüğünde, bankanın net faiz gelirindeki değişim,
ΔI = (-94) x (-0,03)
= 2,82 milyar YTL olarak hesaplanır.
Dolayısıyla, faiz
oranının düşmesi, bankanın gelir açığı değeri negatif olduğu
için, net faiz gelirinin artmasına yol açmaktadır. Tersine, faiz
oranı örneğin %20’den %22’ye çıkmış olsaydı, bu banka
ΔI = (-94) x (0,02) =
- 1,88 milyar YTL net faiz geliri kaybına uğrayacaktır.
Bu da bankanın
karlılığının azalması anlamına gelir. Faiz oranında değişiklik
bekleyen banka yönetimi, açık değerini biliyorsa, aktif ve
pasifteki faize duyarlı büyüklükleri değiştirerek net faiz
gelirini arttırma veya uğrayacağı kaybı minimuma indirme
olanağına sahip olur.
b.
Efektif vade açığı (durasyon açığı)
Faiz oranı
değişikliklerinin bir bankanın net değeri üzerinde ne kadar
etkili olacağını belirlemeye olanak sağlayan açık kavramı
efektif vade açığı veya durasyon açığı olarak
adlandırılmaktadır. Hatırlarsanız, efektif vadeyi bir menkul
kıymetin ağırlıklı ortalama vadesi şeklinde tanımlamıştık ve
faiz oranı değişikliklerinin bir tahvilin fiyatında yaratacağı
değişikliği (% ΔP),
Δi
% ΔP = - DUR x --------- şeklinde hesaplamıştık.
1 + i
Bir
banka yöneticisi, bankanın bilançosunda yer alan aktiflerin
efektif vadesini (DURA) ve borçların efektif vadesini
(DURL) kullanarak, efektif vade açığını (GAPDUR);
L
GAPDUR = DURA –
[
--- x DURL
]
formülü
yardımıyla hesaplayabilir.
A
Daha
önce tanımlananlara ilave olarak, yukarıdaki formülde yer alan L
borçlar toplamını (yani, “Varlıklar – Sermaye” değerini) ve A
varlıklar (aktif) toplamını ifade etmektedir.
Örneğin, bir bankaya ait varlıkların efektif vadesi 1,80 yıl,
borçların efektif vadesi ise 1,15 yıl olarak hesaplanmış,
bankanın borçlarının değeri 210 milyar YTL, varlıklarının
toplamı ise 250 milyar YTL olarak belirlenmiştir. Verilenleri
özetleyerek, bu banka için efektif vade açığını şu şekilde
hesaplayabiliriz :
Varlıkların efektif vadesi DURA = 1,80 yıl
Borçların efektif vadesi DURL = 1,15 yıl
Borçların toplamı L = 210 milyar YTL
Varlıkların toplamı A = 250 milyar YTL
210
GAPDUR = 1,80 –
[------
x 1,15] = 0,834 yıl
250
Efektif vade açığı bilindikten sonra, faiz oranlarında meydana
gelecek değişmelerin bankanın net değeri üzerinde yaratacağı
etki kolayca belirlenebilir. Banka yöneticisinin bu amaçla
kullanabileceği eşitliği şu şekilde yazabiliriz :
Δi
%ΔP = - DUR x -----
1 + i
%ΔN : Bankanın net değerindeki değişim oranını
GAPDUR : Efektif vade açığını
Δi : Faiz oranı değişikliğini
İ : Başlangıç faiz oranını
Yukarıdaki banka yöneticisine dönersek, efektif vade açığını
0,834 yıl olarak hesaplamıştık. Faiz oranının %20’den %17’ye
düşmesinin beklendiği bir ortamda net değerinde meydana gelecek
değişim oranını
- 0,03
% ΔP = - 0,834 x --------- = 0,02 olarak
hesaplayabiliriz.
1 + 0,20
Faiz
oranında meydana gelecek düşüş bankanın net değerinde yaklaşık
%2’lik bir artışa neden olmaktadır. Örneğimizde, bankanın
varlıkları 250 milyar, borçları ise 210 milyar YTL idi. Buna
göre başlangıçta bankanın net değeri
Varlıklar = Borçlar + Sermaye
özdeşliğinin
gereği olarak 40 milyar YTL’dir. Faiz oranındaki 3 puanlık düşüş
bankanın net değerini %2 oranında artıracağına göre, bankanın
net değeri 0,8 milyar YTL (40 x 0,02) artarak yaklaşık 40,8
milyar YTL’ye yükselecektir. (40 + 0,8)
Görüldüğü gibi, gerek efektif vade açığı, gerekse gelir açığı
kavramları bankanın aktif ve pasifinin şekillenmesinde, yani
aktif ve pasif yönetiminde banka yöneticileri için önemli bir
teknik araç niteliğindedir.
4. Sermaye Yönetimi
Bankalar üç nedenle ne kadar sermayeye sahip olacaklarına karar
vermek durumundadırlar.
Ø
İlk olarak,
bankanın sermayesi bankanın varlıkları ile borçları arasında
gündeme gelebilecek dengesizlikleri giderir. Bu açıdan
bakıldığında, bir bankanın sermayesi iflasa engel olan bir
emniyet sübabıdır.
Ø
İkinci
olarak, bankanın sermaye miktarı, banka sahiplerinin, yani
bankanın hisse senetlerini elinde bulunduranların elde edeceği
getiriyi yakından etkilemektedir.
Ø
Son olarak,
yasalar ve yönetmeliklerle getirilen minimum sermaye bulundurma
zorunluluğuna uyulması gerekmektedir.
Öncelikle,
banka sermayesinin bankanın iflasına nasıl engel olabileceği ele
alalım. Aktif yapıları aynı olan, ancak, pasif yapılarında
sermayelerinin farklı olması nedeniyle farklılık gösteren A ve B
bankalarını ele alalım. Bu bankalardan A bankası toplam
varlıklarının %10’u kadar sermayeyle, B bankası ise toplam
varlıklarının %5’i kadarlık bir sermayeyle faaliyet
göstermektedir. Bu iki bankanın bilançolarının aşağıdaki gibi
olduğunu kabul edelim :
A
BANKASI
Rezervler 10 Mevduat 90
Krediler 90 Sermaye 10
B BANKASI
Rezervler 10 Mevduat 9
Krediler 90 Sermaye 5
Yaşanan bir ekonomik kriz sonrasında, ekonomide yaşanan
iflaslara bağlı olarak her iki bankanın da 6 milyar YTL’lik
batık kredi sorunu ile karşı karşıya kaldıklarını kabul edelim.
Böyle bir durumda, söz konusu alacaklar değersiz hale geldiği
için bu miktarın varlıklardan silinmesi gerekir. Bu nedenle,
diğer koşullar sabitken her iki bankanın varlıklarının değeri ve
dolayısıyla net değerleri 6’şar milyar YTL azalacaktır. Ortaya
çıkan bu yeni duruma göre bilançolarının yeni yapılanması
aşağıdaki gibi olacaktır :
A
BANKASI
Rezervler 10 Mevduat 90
Krediler 84 Sermaye 4
B BANKASI
Rezervler 10 Mevduat 95
Krediler 84 Sermaye -1
A
bankası yüksek sermaye ile çalıştığı için bu batık kredi sorunu
karşısında zarara uğramasına karşın hala pozitif bir net değere
(4 milyar YTL) sahiptir. Bu bankada uğranılan zararı tamamen
hissedarlar üstlenmektedir. Oysa, B bankası düşük bir sermayeye
sahip olduğu için, A bankası ile aynı miktarda batık kredi
sorunu ile karşılaşmasına karşın net değeri negatife
dönüşmüştür. Yani, B bankası iflas etmiştir. Görüldüğü gibi, B
bankası yetersiz sermayeyle çalışmasının sonucu olarak batık
kredi sorunu nedeniyle iflasa sürüklenmiştir. Bu nedenle
bankalar, iflasa sürüklenme olasılığını azaltacak miktarda
yüksek sermayeye sahip olmalıdırlar.
Banka sermayesinin banka ortaklarının (sahiplerinin) bankaya
yaptıkları yatırımın getirisini nasıl etkilediğini kavrayabilmek
için, oran analizini kullanabiliriz. Bankanın ortakları, sahip
oldukları bankanın iyi yönetilip yönetilmediğini görebilmek için
karlılığa ilişkin bir ölçüt niteliğindeki aktif karlılık
oranını (ROA) kullanabilirler. Aktif karlılık oranı,
bir liralık varlık için ne kadar vergi sonrası net kar elde
edildiğini gösteren etkinlik ölçütüdür ve
Vergi Sonrası Net Kar
ROA = ------------------------- şeklinde
hesaplanır.
Aktif Toplamı
Aktif karlılık oranı (ROA) bir bankanın hangi etkinlikte
faaliyetlerini yürüttüğüne ilişkin bir ölçüttür. Bu tanıma göre,
aktif karlılık oranının mümkün olduğunca yüksek olması
arzulanır.
Banka sahiplerinin esas ilgilendikleri konu, bu bankaya
yaptıkları yatırımın getirisidir. Bu bilgi bir diğer karlılık
ölçütü olan öz kaynak karlılık oranı (ROE) aracılığı ile
elde edilebilir. Öz kaynak karlılık oranı, bir liralık öz
kaynak için elde edilen karı gösteren karlılık ölçütüdür.
Vergi Sonrası Net Kar
ROE = -------------------------
Sermaye
Bu
oranın yüksek çıkması bankanın ortaklarını mutlu edecektir.
Yukarıda tanımlanan bu iki oran birbirinden bağımsız gibi
görünmelerine karşın, aslında direkt olarak birbirleriyle
ilişkilidirler. Aktif karlılık oranı (ROA) ile öz kaynak
karlılık oranı (ROE) arasındaki bu bağlantı öz kaynak çarpanı
adı verilen bir büyüklük aracılığı ile kurulmaktadır. Öz kaynak
çarpanı (EM),
Aktif Toplamı
EM = ---------------
Sermaye
şeklinde
hesaplanmaktadır. Buna göre, öz kaynak karlılık oranı ROE =
ROA x EM biçiminde de ifade edilebilir.
Özetlersek, belirli bir aktif karlılığı düzeyinde, bankanın
sermayesi ne kadar düşük olursa karlılığı o ölçüde yüksek
olacaktır.
BANKA PERFORMANSININ ÖLÇÜMÜ
1. Faaliyet Gelirleri
Bir bankanın
toplam gelirlerini ifade eden faaliyet gelirleri iki ana
kalemden oluşmaktadır. Bankanın faaliyetleri sonucu yaratılan
faiz geliri ve faiz dışı gelirler. Toplam gelirlerin oldukça
büyük bir bölümü (yaklaşık %75) faiz gelirlerinden oluşurken,
elde edilen faiz geliri kredilerden, menkul kıymet portföyünden
ve bankalararası işlemlerden elde edilen faiz gelirleri şeklinde
alt ayırıma tabi tutulmaktadır. Türk bankacılık sisteminde faiz
gelirlerinin temel kaynağını kamu kesimine ait tahvil ve
bonolardan elde edilen faiz geliri oluşturmaktadır.
Faiz
dışı gelirler ise toplam gelirlerin yaklaşık %25’ini
oluşturmaktadır. Faiz dışı gelirler arasında yer alan gelir
kalemleri komisyon gelirleri, kambiyo gelirleri, sermaye
piyasası işlemlerinden doğan gelirler, iştiraklerden elde edilen
gelirler gibi alt ayırımlara sahiptir. Faiz dışı gelirler
içerisinde en önemli pay döviz kuru değişiklikleri nedeniyle
elde edilen gelir ve katlanılan kaybı yansıtan kambiyo gelirleri
kalemleridir.
2. Faaliyet Giderleri
Bankanın bankacılık faaliyetlerini yürütürken katlandığı
maliyetleri ifade eden faaliyet giderlerinin yaklaşık % 70’i
faiz giderlerinden oluşmaktadır. Bankanın katlandığı faiz
maliyeti ise mevduatlara ödenen faizden ve bankanın kullandığı
krediler nedeniyle ödediği faizlerden meydana gelir. Ülkemizde,
mevduat, toplam banka kaynaklarının 2/3’ünü oluşturduğu için,
faiz giderlerinin yaklaşık %90’ı da mevduatlara ödenen
faizlerden oluşmaktadır.
Toplam giderlerin yaklaşık %30’unu oluşturan faiz dışı giderler,
bankaların personele yapmış olduğu ödemeler, vergi, kira ve
amortisman giderleri gibi kalemlerden oluşmaktadır. Bu kalemler
içerisinde en önemli pay personele ait giderlerdir. Bankaların
faaliyet gelirleri ile faaliyet giderleri arasındaki fark net
geliri ifade eder. Söz konusu net gelirden bankaların geri
ödenmesi şüpheli olan kredileri (yani batık krediler) için
ayırdıkları “şüpheli alacaklar karşılığı” kalemi düşülerek vergi
öncesi kar büyüklüğü elde edilir. Ödenecek vergiler de bu
değerden düşülerek bankanın vergi sonrası net kar büyüklüğü
hesaplanmaktadır.
Banka Performansına İlişkin Ölçütler
Bir bankanın
elde ettiği vergi sonrası net kar değeri, bankanın performansını
değerlendirmek için başlı başına bir ölçüt olmasına rağmen,
bankanın büyüklüğünü göz önüne almadığı için diğer bankalarla
karşılaştırma yapmayı engellemektedir.
Bankaların aktif büyüklüğünü de göz önüne alan en önemli
performans göstergesi, aktif karlılık oranıdır (ROA). Bu oran,
banka varlıklarının kar yaratabilmek amacıyla hangi etkinlikte
kullanıldığını göstermesi nedeniyle banka yönetimine ilişkin bir
etkinlik kriteri olarak kabul edilir. Hesaplanacak aktif başına
karlılık oranının yüksek çıkması veya yıldan yıla yükselmesi
arzulanır bir olaydır.
Aktif karlılık oranı, bankanın karlılığı konusunda yararlı bir
gösterge olmasına rağmen, bankanın ortakları daha çok bankaya
koydukları sermayenin karlılığı ile ilgilenirler. Bu da öz
kaynak karlılık oranı (ROE) adını verdiğimiz bir karlılık
göstergesi ile ve formülü yardı ile hesaplanmaktadır. Bu oran,
bankaya koyulan sermayenin hangi karlılıkla çalıştırıldığını
göstermesi nedeniyle temel bir karlılık kriteri durumundadır.
Hesaplanacak öz kaynak karlılık oranının yüksek çıkması ortaklar
açısından arzulanır bir sonuçtur. Bir bankanın performansını
değerlendirmede yoğun olarak kullanılan bir diğer ölçüt net faiz
marjı olarak adlandırılan ve bir birim varlık için elde edilen
net faiz gelirini ifade eden orandır. Net faiz marjı,
Faiz gelirleri – Faiz giderleri
Net Faiz Marjı = ----------------------------------
Aktif
Toplamı
şeklinde
hesaplanmaktadır.
Hesaplanacak net faiz marjının yüksek çıkması bankanın
karlılığını pozitif yönde etkileyeceği için, banka yönetiminin
aktif ve pasif yönetimi ilkelerini uygulamadaki başarısını da
ifade eder. Bu nedenle net faiz marjı hem karlılığa hem de
yönetim etkinliğine ilişkin bir ölçüt olarak
değerlendirilmelidir.
|